Şiirin Söylediği

Kaos gizil bir hükümranlığı, hissettirmeden de olsa yaşamın değişik alanlarına nüfuz ettirebilen karartılı görünümünü üzerimizde sürekli bir dayatışla belirginleştiriyor.İçinde bulunduğumuz dönemin kendine özgü gerek ve gerçeklikleri nispetinde, gönülden geçmeyen ancak her vakit burun buruna olduğumuz, olabileceğimiz hantal bir görünümü. Bu tasallut eğilimi hayatın içinden kesbedebildiğimiz ve/veya yitirdiklerimizi belirlemede bile söz sahibi artık. Değerlendirmemizi hayat terkibiyle ele alıyoruz; aksi halde salt şiir mesele olarak hesaba katılırsa tartışmacı, sürüncemeci ve adı geçen kaos tanımına katkı olarak dahil edebileceğimiz malayani lakırdılar etme tehlikesinin farkındalığını hissedebiliyoruz. Bu tam da sureti itibariyle sergilenen, meselelere bakışta yüzeysel ve eyyamcı yaklaşımın görünen ve tüm siluetini yansıtan yüzü olarak algılanabilir. 

Ne ki maruz bırakılan biçemin aynı mübrem mahreç tarafından bir şey ifade etmek isteniyor da edilemiyor ya da bastırılıyor veya altından kalkmada güçlük çekiliyor gibi beylik önyargı ve tanım ve yaftalarla indirgenmesi gibi bir zafiyet taşıdığını da belirtmekte yarar var. Anlaşılmazlık kimin neyi söylediğine göre de değerleme olarak kullanılabiliyor. Konuyu yeniden toparlamak umuduyla şuna da değinmeliyiz ki; tartışma, söyleşme, atıp tutma meraklılarının derdi, kalkış noktası; gerçek, değişmez veya doğrunun menşeine uzanmak değil, şu durumda getirebileceğim en dolu ve garip bir ifadeyle belki kendilerinin bile tam olarak künhüne varamadıkları başka bir şey.

Bir şeyin ne olup olmadığı konusu başlı başına bir konu. Tanım ve kavramları ıskalama kolaylığına yol açmadan düşünülüp değerlendirilmesi gereken bir problem. Bahsi bir açmaz haline getirmek tam da açıklanmak istenen söz konusu gizil tahakkümün işini akışkan kılmak demek de olabilir. Neyi dillendirmek istediğimize bir bakalım: Söz gelimi gerçekte gerçekten sahici bir şiir ilgilisiysek ve sahici şiir ilgililerinin yadsıyamayacağı bir ortak bakış ve nitelik düşüncesinin varlığından haberdarsak (şiirde niteliğin somut muayyen ölçülerinin bulunabilirliğini öne sürmüyorum) Varoluşumuz ve sahip olduklarımızla mevcut ilinti arasındaki rabıtayı kopmaz bir bağla sağlamlaştırabilmişsek bu konu üzerindeki tedirginlik ve içtenliklerimizle ilgili bir öz sorgulama fiilini işler duruma getirmek gerekliliğini de göze almamız gerekir. Zira belirsizlik; hinliği, adiliği de yığın halinde zerk eder. Bireyin varolma çabasına bu vetireyle de surlar örer. Onu hep bir yanıltışla akim bırakır.

Oysaki bilinçli olmanın haysiyet sahibi olmakla bir akrabalığı olmalı. Bu öyle ki taliplisi olduğumuz şeyin anlamını odağından saptıran, kapladığı alanı ve taşıdığı anlamın sınırlarının dışında algılamaya meyyal kılan; maddi-manevî olanaklarımızı akla ziyan bir biçimde gerçekçi olmanın boyutlarından taşıran pinti, akim ve ziyankâr döngünün bir vehmi çoğaltıp duran vaatlerine burun kıvırma cesaretini göstermemizi öneren derinlikli olma ve yakaza halini gerektiren özsorgu mantığı olarak da adlandırılabilir.

Şiir meselinde olduğu gibi, özellikle son dönemlerde bir hayli rağbet bulan, alınıp satılabilen manzume okumaları ilgi bağlamında sadece bir örnek. Bu nispetle oluşturulmuş bir pazarın ve aynı anlayışın türevlerinin revaçta tutulması ve dayatılması, bu yolla genel bir beğeni ve kabullenme düzeyi oluşturulması gibi, sözü edilen alana kabul edilen ve yaşama hakkı tanınan bir zümrenin varlığından da haberdarız. Yine farklı bir mecrada şiirin hiç de gereksinmeyeceği bir kamu hegemonyası veya iktidar bağımlılarıyla çerçevelendirilen edebiyat düşkünleri ve son olarak şu veya bu nedenle aynı alanın dışında kalmış içten içe başka bir kamu oluşturma sevdası taşıyan bilicileri de hesaba katarak; tam da burada belirtilmeli ki tedirginlik ve  içtenliğimizin ancak ifade edilen durum nezdinde bir rahatsızlık taşıması bu kıstasların dışına çıkan beklentilerimizin bizden olmadığının gerekliliğinin kabullenilmesi elzem bir hakikat. Şiirin işlevlerinden biridir: o bize arınmayı önerir, söz konusu yoldaki imkânların varlığını işaret eder. Aklın ve özün süzgecinden geçiremediğimiz çerçöpü kapımıza kadar getirip bırakan yıkıcı rüzgârların nefsimize ılık bir okşayışmış gibi gelen kaybettirici fâniliğini anlatır. Özümüzü karartan beklentilerin kendisi için söz konusu olmayacağını açıklar. Duyan kulaklar için böylece konuştuğu da olur şiirin.

Nedir ki işitmek istediklerimizi işiteceğimiz an gelip çattığında kulaklarımızın duyması bize kazandırmayacak belki kaybettirecektir. Belki ancak vakit geçtiğinde ruhun, aklın, insafın süzgecinden geçirebildiğimizi işitmemizin yarar sağladığını fark ettiğimiz gibi içtenliklerimizi arı tutabildiğimiz ölçüde değer sahibi olabileceğimizi; bugün yüz yüze kaldığımız hatta içinde olduğumuz geçerliliklerin aslında ziyan ettiren birer tercih şekillenmesi olduğunu ayrımsayacağız.    

Henüz şiirden duyup ayırt edebildiğimiz, işte belki de vakit geçmiş olmasına karşın bu "daha vakti gelmedi mi" sorusudur.

Bir yanıt yazın