Türk şiiri, içinde bulunduğu zamanın maddi koşulları başta olmak üzere bilinç ve algının değişimine bağlı olarak yeni deneyimlere kapılarını iyice açacağa benziyor. Serkan Işın’ın şiiri barkot-bonûs ile birlikte düşünme çabası işin bir yanında yer alırken, Muhsin Ünlü’de gözlemleme imkânı bulduğumuz kesintili, şizofren bilinç deneyimleri bir başka gösterge olsa gerektir. Hakan Şarkdemir’in Yerçekimi Bilgisi bu bakımdan farklı bir yerde değil. Hayatımız yirmi yıl öncesine göre ve yirmi yıl öncesinden tahmin edemeyeceğimiz değişiklikler geçirmiş bulunuyor. Üstelik bu değişim henüz sürecini tamamladı sayılamaz. Süregiden bir altüst oluşu yaşadığımızı inkâr etmek gereksiz artık; iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış gibi temel kategoriler başta olmak üzere değerler yerlerinden oldu, oluyor. Olup bitenler insanı etkilemekte, direnç gösterenler varsa da tüketen, markalar ile hayat kalitesinden söz eden, kendi bireyselliğini her şeyin üstünde tutan yeni bir figürün oluşmasına da engel olamamakta. Bu yazı, bu bağlamda Hakan Şarkdemir’in Yerçekimi Bilgisi adlı şiirinde başat bir öğe olarak yer alan aşk’ı yorumlama denemesi olarak kaleme alındı. Bu tür deneyimlerin içselleştirilmesi için uğraşımın gerekli olduğuna inanıyorum. Şaire ve etkileyici şiirine haksızlık etmemek en büyük dileğim yine de. .
..
Aşk yoksa aslı yoktur hiçbirşeyin
Aslı yok senin dediğin gibidir kumandaların hali
Televizyonda bişi yok yine dimi
Fuzuli’nin “Her ne var âlemde aşk imiş” mısraını anımsatan bu sözlerle başlıyor şiir. Ne var ki şiirde tam da kastedilen bu değildir. Çünkü Fuzuli’nin mısraında bahsi olunan aşkın yerinden edildiğine tanık olmaktayız. Aşkın halleri kadar kumandaların da hallerinden söz etmenin çağıdır yaşadığımız. Belki de gündelik yaşamımızda aşkın yokluğundan çok kumandaların yokluğuyla ilgili olduğumuzdan kaynaklanan bir durum bu. Aşkın değersizleştirilmesi değildir söz konusu olan, her şey gibi aşkın da değerden arındırılması ya da değerin her şey için mümkün olduğunun hatırlatılmasıdır sadece. Burada nihaî bir değer hiyerarşisi ile dalga geçildiği var sayılabilir bir bakıma. Hiyerarşiyi görececilik önceliyor olmalıdır. Şiirde, kumanda ile aşk ‘aslı yok’ ifadesi ile bir denkliğe/sıradanlığa kaydırılmakta ancak meselenin aşk değil kumanda üzerinde odaklanması orada, o anda işe yarayanın kumanda ya da uygun bir tv programının arzulanması üzerinedir. Kumanda ya da televizyonun bir yaşam tarzı sembolü olarak aşkla birlikte anılmasıdır belki de arzulanan. Yine denilebilir ki şiirin bu kısmı ne aşk, ne de kumanda üzerinden alımlanmayı gerektirmeyebilir çünkü, ‘aslı yok’ ifadesinin şimdiki zamanın bireyi için işlevsel değeri tek bir nesnede cisimleşmemekte, bu durum şiirde aşk için geçerli olabileceği gibi kumanda için de geçerli kılınmıştır. Şu halde tercihlerin aktarılabilir ya da mobilize karakteri nesneler için de söz konusudur. Buna, değişen algı ve ilginin mobilize karaktere bürünmesi neden olmalıdır. Aşk ile kumanda ve olması halinde iyi olacağı varsayılan televizyon programının bir arada anılması yeni yaşam göstergesi olarak alınmalıdır. Bir şey anlamındaki ‘bişi’ ise halinden memnun olmamanın yanı sıra yansıtıcı bir durumun varlığını imlemektedir. Ne demeye gelir bunlar? Özne sözlerini, bir idealistin ülküsüne özgü hesaplı konuşmasından çok, gayri iradî söylemiş bulunmaktadır, nedensizce yani…
Aşk yoksa aslı yoktur dinlediklerinin
Aslında hiç ilgisi yoktur bizimle
Ne devedikeniyle ne gülle
…
Aşk yoksa tutunduğun şeyler yalan
Sağlam değildir hiçbir payda hiçbir zemin
Adım attığın her yer viran
Güven vermez barınak olmaz
Bir kahramanın öleceği yer değildir hiçbirisi
Ya da bir sevgilinin bekleyeceği
Ne Asur ne Tarsus ne de Kars
Evin olamaz âsla senin
Aşktan vazgeçememişlik hali söz konusudur devam eden iki bölümde de. Değerlerin yerlerinden edilmesi yorumu ile şiirde aşkın sahiden de yüce olduğu inancının misaller verilerek ortaya konulması tabiatıyla çelişir. Ne var ki bu durum yorumun aşırılığı kadar metnin kendi çelişkisi diye konumlanmaya imkân vermektedir bir yerde. Eğer çelişki metinden geliyorsa bunun aşılması kısmen aşk sözcüğüne metaforik bir değer yüklenmiş olacağı düşüncesiyle mümkün gözükmektedir. Çünkü metnin üslubuna içkin ironik ton söylenilenin tersinin de doğru olacağı kanaatini tam karşılamasa da bir üst anlatı olarak aşkın kişiselleştirilmesinde –belki de dönemin açmazlarından birisi olarak- yaşanılan güçlüğü retorik alanına devretmektedir. Böylece bahsi olunan aşkın Fuzuli’nin mısraı ile ortaya konulan aşktan farklı olduğu her haliyle ortaya çıkacak; ‘asıl’, ‘hiçbirşey’ gibi şüpheden arındırılmış ve kesinlik bildiren sözcükler de Fuzuli gibi söylemenin yapısökümünden başka bir şey olmayacaktır.
Başlangıçta bir televizyonlu mekânda ya da tele-kültür bağlamında başlayan ‘anlatı’ onuncu dize itibariyle söylev üslubuna bürünür. Söylev üslubu ile yazılan dizeler kuşku yok ki vatan aşkını dile getirmektedirler. Bu haliyle şiirdeki ‘biz’ vurgusu baştan itibaren aşktan anlamamız gerekenin vatan aşkı anlamında aidiyet bilincini imleyen daha dünyevî bir değerden söz etmekte olunduğu gerçeğidir. Şu halde bir düzeltme yapmamız gerekecek. Başlangıçta aşkın yerinden edilmesi düşüncesi eğer doğru bir yorum ise bunun şiirdeki öznenin ideolojisi ile ilgisinin olmadığını tespit etmek durumundayız. Bu durum olsa olsa özneyi aşan bir gerçeklikten kaynaklanmaktadır. Açıktır ki şiirdeki özne, tam tersine bu düşünceyi ülküselleştirmekte, aşksız bir mekânın sahiplenilemeyeceğini dahi ileri sürme gereği duymaktadır.
Aşk yoksa
Ey as ey asker Akhilleus
Tereddüt! Sözün bu safhası asker retoriğinin metindeki başlangıcına tekabül eder ve poetik atmosfer bir anda bir alt üst oluşla farklı bir özne ile muhatabını (okur) hedef alır. Adeta bir askerin sivillik düşlerine döner önceki sözler. Bu aşamada yapısöküm sivil-resmi ve poetik olan ile söylevsel olan arasında çok boyutlu bir nitelik kazanır. Çünkü aşk, ilk sözlerden itibaren nesnesi belirsiz, metafizik bir gerçeklik olarak anlaşılmaya müsait iken sonra yadırganması gereksiz, doğal bir vatan sevgisine, ardından da resmi bir söylemle soğuk kültüre kaydığı fark edilince sorunsallaşmakta gecikmez. Bunun asli nedeni aşka özgü buyurgan doğanın hakikatte sivillikte açığa çıkmasıdır belki de. Oysa ‘zoraki cemaat’ olarak asker de aşkı önemsemektedir: Vatan aşkı! Yerçekimi bilgisi belki de bu iki tip (sivil-resmi) aşkın bileşkesi olarak ‘vatan’ kavramını oluşturmaktadır. Ve bu bilgi ve iktidar, resmî otoritenin uhdesindedir. Çünkü resmi otorite, yani asker, sivillerden daha çok ve daha sistemli çalışmıştır aşk bahsinde, beklenti içindedir:
Suda bir akıntıyı kovalayan penguenler gibi
Boşa çıkamaz bunca şey
Boşa çıkamaz elbette yerçekimi bilgisi
Şiire bir boyut daha katılır bu sözlerle. Bu boyut, rasyonel kurallarla var olan kuruma mensup bir kişinin kendisiyle hesaplaşmasına dönüş yeridir. Kuşkular fazlasıyla vardır. Yenidünya, asker gibi askerî sistemi de tehdit etmektedir belki de. Bunun sebepleri metinden çıkarılabilir büyük ölçüde. Her iş, eylem, kişisel ya da topluca, emir ve talimatlarla belirlenir. Özel hayat, emir ve talimatların alanında kaybolmuştur. Üniformalı gereklilikler ile kişisel arzular çatışır. İç içe, alandan alan sıçrayan sözcükler, verili anlamlarından sıyrıla sıyrıla yeni ‘ben’in arzu duvarına çarparlar. Olup bitenin anlamını sorar şiirdeki özne:
Hey edip bu olup biten ne
Her şeyin aslının aşka bağlanılıp, aşk ile değer kazandığı sözlerle başlayan şiir, iç içe geçen evreler içerisinde aşkı okurun aktüalitesinden çıkarır. Olup biteni anlamanın daha elzem olduğu fikri baskın çıkar aşka ve yaşama. Söz var, sözün direkt ve dolayımlı anlamları da. Ne var ki külli bilgiyi anlayacak kişi yoktur. Arzuları kışkırtan fakat anlaşılamaz, anlamlandırılamaz bir dünya vardır. Bizim dünyamız. Bizi aşan, beklentilerimizi tam karşılamayan bir dünya olduğu ortadadır. Geleneksek episteme aşkı, vatan aşkı gibi tabi, temel, asıl olanı kavrayamaz hale gelmiştir. Bireyin trajedisi buradadır. Bunu aşmanın imkanı var mıdır?
Hadi kalk, sıraya geç, aşk olmasa da,
Bir şarkı mırıldan bize eskilerden sen
Hadi ama bir değeri olduğunu söyle yaşamanın –ama
Aşkın dile getirildiği son sözler bunlar… Bu sözlerin açığa çıkardığı nihai anlam aşk gibi, yaşamın da eski’ye ait olduğudur. İşe yaramaz olduğu asker-özne tarafında dile getirilen gerçekler, kendi gerçeklerimizdir. Bu bakımdan ikna olmamak gibi bir durum söz konusu değildir. Yerçekimi Bilgisi adlı bu şiirin final sözleri şimdiki gerçekliğimizin bir karikatür olduğunu ima ederek, sorunu ironik bir biçimde kendimizden uzaklaştır, öteki kılar:
Kim ama kim boyamış bu renge taksileri
Hayatımıza yön veren el ya da elleri tanımıyoruz artık. Kalpten kalbe geçen yolları da bu eller sildi süpürdü belki de. Ama biz kim olduğumuz bilgisiyle henüz yüzleştik mi? Sorunlara sebep sadece öteki mi? Zamane gerçekliğine yabancılığımız devam ettiği sürece asıl öteki’nin biz olmamız gerektiği söylenemez mi?