O, Başkası Değildir! Ah Muhsin Ünlü’nün Şiirini Anlama Denemesi

O, Başkası Değildir!

Ah Muhsin Ünlü’nün Şiirini Anlama Denemesi

                                                                                             

 

Şiirde, kişisel farklılığı yakalayan bir şair Muhsin Ünlü. Bu onun en özgün yönü kanımca. Şiirlerinde bu olgu, anlamı kendine ait kılmış izlenimi vererek, iletişime kapalı bir duruşu akla getirebilir ki bu asla doğru değildir. Bu ifade ile tersi bir anlamın varsayımını da kastediyor değiliz. Nedir kişisel farklılığı yakalamak? Çıkarsamalar yaparak açıklamaya çalışalım: Bir ustanın gölgesinde şair olma heveslileri gibi kendisini ustasına kanıtlamak üzere şiirler yazmadığı ortada. Yine, İsmet Özel’in Rönesans döneminde başladığından söz ettiği “bir güzel söz sanatı, ‘ifade-i meram’ türlerinden” şiirlere de rastlamıyoruz onda. Şiir ortamında çoğunlukta olan fakat Muhsin Ünlü’de olmayan bu ve benzer alışkanlıklar bilinçli bir biçimde elenince, farklılığın, Muhsin Ünlü’nün birey-oluşundaki ısrarından kaynaklandığını açıklıkla görme imkânı buluruz. Kendinde olan yahut kendileşmiş sözdür onda şiir. Çünkü o, başkası değildir.

 

Bütün önemli şairlerde olduğu gibi Muhsin Ünlü’nün şiirine giden bir yola ihtiyaç duymalıyız. Şiire varılan yolu şiirden çıkarsamak zorunda olunacağından ne yapmamız gerektiği ortadadır. Bu anlamda şiire bir insan hayatının bütünü anlamında değer biçilir ki bu, biliniyor. Şu halde meselesi olan bütün insanlar gibi bir arayışın karşılığı olarak görmeli onda şiiri. Ve söyleyecek sözü olmaktır belli ki onu şiirle buluşturan gerçek. Meselesi ve dolayısıyla söyleyecek sözü olmak bir şairde temel önemdedir. Şiirde bu ilkeye bağlılığın modası henüz geçmemiş demek ki. Buna, yaşamaya değerlilik inancı ile yön duygusunu yitirmemişlik anlamını da ekleyebiliriz kuşkusuz. Değerlerin yerlerinden edildiği bir dünyada, değerin yeniden sahne alması belki… Bu düşünüşün bir doğruluk payı varsa eğer, Muhsin Ünlü’nün ‘içimizden biri’ olarak portresi yakınımıza aksetmeli, tanıdık gelmelidir. Çünkü toplumsal yapımızda değer kültü ile kendini tanımlayan söylemler, söylemsel sayılsa bile, canlı tutulma eğilimindedirler.   

 

Muhsin Ünlü’de özne, adeta, oluşumunu tamamlamış, ne söyleyeceğinin ve dolayısıyla ne yapacağının idrakindedir bir bakıma. Okuru asıl şaşırtan, etkileyen bu duruştur kanımca. Aradaki mühim farklılığı görmezden gelirsek, bu duruşa, İsmet Özel’in Erbain şiirlerinden aşina sayılırız. Erbain’deki özne, daha iyi bir dünyanın mümkün olduğuna inanmaktaydı ve bu dünyanın insanlar eliyle kurulabileceğini düşünmekteydi. Bu onun ütopyasıydı. Muhsin Ünlü’de ütopyadan söz etmemiz ise oldukça güç. O, şimdiki zamanın gerçekliğinden konuşur. Bu gerçeklik yarınsız gibidir. Geçmiş bile bu anlamda bir değer olmaktan çıkmıştır. Lirizm, romantizm ve dolayısıyla estetizm ile bağını koparması hem kararlı, keskin kişiliğinin, hem de şimdiki zaman gerçekçiliğinin soğurulmasından başka bir şey değildir. Rezervi, fıtrat, irade ile inandığı hakikattir. Bu bakımdan şiiri İsmet Özel, Ahmet Güntan gibi bir “tür” olarak görmediği söylenebilir. Gerçekliği estetize etmek, doğaya kaçmak gibi ‘kaçış’ izlekleri değil, gerçeklik içinde sonuna kadar kalarak, gerçekliğin üstüne oturmak ister gibidir. Hakikate bağlı, kararlı bir kişiliğin bu gerçeklik üzerinde var kalma savaşımı, Muhsin Ünlü’nün şiirindeki öznesinin bir anlamda imgesidir. Bu imgenin belirtik kılınması amacıyla “Gidiyorum Bu” adlı Muhsin Ünlü’nün şiirlerinin yer aldığı kitabına değinelim biraz da.

 

“Gidiyorum Bu”, 2005 temmuzunda yayımlanmış fakat kitapta yer alan şiirler, 1993-1998 yıllarına ait. Bu tarihlerin, şiirlerin yazılış yıllarını gösterdikleri bir gerçek fakat aynı tarihler Türkiye’nin toplumsal hayatında başat bir öğe olarak İslamî hareketin yükselişi ve askeri yöntemlerle önünün kesildiği tarihsel kesiti de imlemektedir. Gidiyorum Bu’da yer alan şiirlerde İslamî öğelerin yanı sıra İslâmî yaşam deneyimlerinin yer aldığını tespit etmek kolaydır. Bu anlamda, Hıristiyanî isim ve öğelerin belki de sayıca çokluğunu da eklememiz gerekecektir. Bunun izahı çağının insanı olmak gerçekliği ile açıklanabilir kanımca. Bu şiirlerde özne, sorunlara kendinden bir cevap arayışındadır çoklukla. Şeyhlerin, âlimlerin çağ gerçekliğinden koptuğu ve neredeyse büsbütün yetersiz kaldıkları görülür. Kutub-u Şikeste bu bakımdan en önemli şiirlerdendir. “Şeyhlerin gardolaplarıysa ancak yağmur bildirir”, “ağlamak / abdest bozmaz mıydı be şeyhim?” gibi dizelerden bunu açıkça anlamak mümkün. Aynı şiirde bir başka dize daha var ki din ile tekno-bilimi uzlaştırma yanlıları ile alay eder gibidir: “Fotoğrafı ve’l asr ile açıkla derdi babam”. Yine aynı şiirin son dizelerinde birey oluşun gerçekliği haykırılır gibidir: “Sevgilim beni sıkma / okuma bilirim”.

 

Muhsin Ünlü’nün şiirindeki özneden, adeta oluşumunu tamamlamış bir kişilik diye söz etmiştik. Bunun en güzel karşılığını ‘Çarmıha Gerilişten Ayrıntı’ şiirinde görmekteyiz. Bu şiirde estetik hiçbir yan yoktur. Alabildiğine ‘açık anlatım’ı tercih etmiştir şair. Düzyazıdır zaten. “Annemi özledim” cümlesiyle başlar şiir. Konuşan, konuşmaya yeni başlamış bir çocuktur. Bu nedenle sözcükler ‘çocuk ağzı’na uygun bir telaffuzla yazılır yer yer. Şaşırtıcı bir biçimde bu çocuk ağzı, yetişkin hale evrilir şiirde ve kurulan cümleler de mümkün olduğunca düzelir, düzgünleşir. Fakat çocuklukta, konuştuğu, konuşulmaya değer gördüğü konu ne ise öyle kalır. Çocukken annesini özlediğini söylemek yetişkin halinde de yinelenir. Çocukken “Kurumlar ve kuramlar beni anneme üzüyor” der; yetişkinken de, rasyonaliteden şikâyet eder. Örnekleri artırmak mümkün tabiatı ile ama bu değini bile oluşumunu tamamlamışlığın çocukluk dönemine dek geri götürülüşünün ve gerçekliğin çocuk gözü ile ne ise yetişkinken de neredeyse aynı kalışının örneklenmesi açısından yeterlidir.

 

Hıristiyanî isim, kelime ve yaşam biçimlerinin dikkat çekici çokluğundan söz edilmişti. Hem İslâm, hem Hıristiyanlık gibi iki farklı dinin uzlaşımsal bir yapıya kavuşturulup, savunulduğunu düşünmemiz için kanıt üretmek zor olacaktır. Bu duruma sebep ‘dinlerin geri dönüşü’ tezlerinin çokça işlendiği 1993-98 yıllarının gerçekliği olarak alınabilir bir bakıma. Fakat, bu genellik içinde ayrıntılar ıskalanacağından doğruluğundan kuşku duyulabilir. Çünkü daha yaşamsal bir tecrübe söz konusu edilebilir. Şiirlerdeki öznenin, kırgınlıklarının giderilmesinde ihtiyaç duyduğu ‘anne’, ‘anne özlemi’ bu konuda bir tutamak olarak alınırsa, Hz. İsa ile annesi Meryem koşutluğundan yararlanılmış olacağını düşünmek mümkün gibi gözükmektedir. Bu anlamda, Hz. İsa ile şiirdeki öznenin yaşamlarında belli oranlarda bir benzerlik ilişkisi kurulmadan ‘Çarmıha Gerilişten Ayrıntı’ şiirini değerlendirmenin imkânı yoktur. Oysa şiirde ‘Çarmıh’, ‘İsa’, ‘Meryem’ adları geçmemektedir. Söz konusu İsa değildir, şiirdeki öznedir çünkü.

 

Muhsin Ünlü’nün şiirlerinde kullandığı dile de kısaca değinmekte yarar var. Sözcükleri, ‘çocuk ağzı’, yöre ağzı’ kısaca bir ‘şive’ye uydurarak bozmaktan çekinmediği gibi, şive havası verilmiş sözcükler uydurduğunu farklı bir bağlamda belirtmiştik. Bunun anlamı merkeziyetçiliğin çözülüşü ya da yerellik gerçeğinin öne çıkması ile ilgili olsa gerektir. Söz konusu insandır çünkü. Merkezin üst, taşranın alt olduğuna karşı bir duruşu akla getiriyor bu bakımdan. Örnek vermek gerekirse bir şiirinde “Ah sen bana bakma tiyatrolarımı taşra tertibler” diye bir dize geçmektedir. Bunu hatırlatıyor bana. Bir başka özellik ise eski sözcükleri, eski telaffuz (ya da yazılış) biçimleri ile kullanmaktan çekinmemektedir. Bu bakımdan arkakapak yazısındaki ‘mısrası’ sözcüğü başta olmak üzere, şiirlerinde tertib (tertip), iltihab (iltihap), kabr (kabir) sözcüklerini bir çırpıda sayılabiliriz. Burada asıl ilgi çeken bu sözcükleri bu biçimde kullandığında bir eskicilik (yanı sıra artistlik) yapıyor hissinin oluşmamasıdır. Farkın, çeşidin lezzeti var ama.

 

Kitapların arka kapak yazılarının tanıtıcı metinleri genellikle abartılı cümlelere boğulduğundan, ikna edici değillerdir. Gidiyorum Bu kitabının arka kapak metninde de bu abartı mevcut ama Ah Muhsin Ünlü’nün şiirleri okununca ‘sayılmazmış’ diyor insan.

 

Bir yanıt yazın