Obscurum Per Obscurius, Ignotum Per Ignotius:
Enis Batur’un Poetika Sözlüğü *
“Şairin beyaz derilisine, gerçek bir şairse aradığınız, rastlayamazsınız.”
“Şiir, birdenbire yazılsa bile, birdenbire yazılamaz.”
(Smokinli Berduş’tan)
Adlandırmak: Adlandırmak, imlemden anlama, adlandırmaya doğru adım atmaktır (SD; 66). Bkz. Anlam; Anlamlandırma.
Ahmet Hâşim: Yapıtını simgeciliğin, izlenimciliğin hizasına yerleştirenlerin görüşüne katılmıyorum: Onlardan ne akmışsa akmıştır şiirine, hattâ nesrine; gene de Hâşim’i bir post-romantik saymak gerekir: Büyük rahatsızlığı’na bakıp (SB; 167).
21 Şubat 1918’de, mart yerine ocakla başlayan garbî takvimin gelmesine 26 Aralık 1925’te yürürlüğe giren alafranga saat eklenince Hâşim’in poetik kronometresin bozulmuş olduğunu unutmamak gerekir. Hayat ve şiir, koşut değişimlerin eşiğindedir (SB; 170).
O yaşamın gerçeklik düzleminden kopmuş, imgelemin derin, alacakaranlık, geceye komşu bölgelerinde serpilecek bir şiirin, sanatın peşindeydi (SB; 171).
Ahmet Oktay: Bkz. Sarhoşken Yazmak.
Alışkanlık: İnsanların kafalarında, beğeni zarflarının, alışkanlık kutularının içinde şiir tanımları, ölçüleri, kalıpları var. Onlara sığmayan örnekler karşılarına çıktığında, tırnaklarını çıkarıyor onlar da (SD; 52).
Alışmış okur şairin baş düşmanıdır (SD; 52).
“Garip” şiirine sevdalananlar II. Yeni’yi benimsemekte güçlük çektiler, genellikle de o eşiği aşamadılarsa, II. Yeni sevdalıları da Cansever’in, Cemal Süreya’nın, Ece’nin ya da II. Yeni’nin son önemli temsilcisi saydığım İsmet Özel’in ötesine gidemediler. O imge sistemi şiir “beğeni”lerinin motoru olmuş, alışkanlığın eksenine yer etmişti. Oysa 1965’te “Telaşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi / Yüzüm giyotine abone” diye dilegetiren şair bir devrim yapıyordu da, 1974’te “kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm” derken iyi bir izsürücüydü epi topu (SB; 77). Bkz. Çağ, Çağımız.
Anlam: Şiirde Anlam, olduğu kadar vardır. Bir boş söz değil bu. Şiirde Anlam arandığı, şiire Anlam(lar) yakıştırıldığı, yüklendiği için kurdum o cümleyi. Yoktur denilemez, diyemiyorum; bir, birkaç anlamsal ekleme rastlayabilirsiniz bir şiiri okurken, ama onu ele avuca alıp somutlayamayız kolayca. Soyutlamak gerekir, çünkü şiir, her şiir eninde sonunda soyutlamaya dayanır, “somut şiirler” en başta olmak üzere. Anlamdan önce musikî anlama hepten ağır basabilir: Şiir önce ritm’dir – kendi ritmi. O olmadan, olmazsa, olmadığından ortaya “başka” bir metin türü çıkar. Nesirden şiiri ayıracaksak bu ritmle ayıracağız (SD; 53). Bkz. Anlamlandırmak; Adlandırmak; Şiirin Anlaşılması.
Bir şiirin “anlam”ını kuşatmanın, çerçeveleme çabası vermenin güçlüğünü biliyoruz. Şiirsel metinler için haydi haydi geçerli saydığım “açık yapıt” kavramı bize pencere açıyor burada: Biri şiirin semantik dokusu, geniş çapta onun müzikal yapısına bağlı bir gelişim gösterir (SD; 89).
Şiir ister istemez Anlam’la yaralıdır (SB; 86). Bkz. Musikî ve Şiir.
Anlamlandırmak: Anlam/landırma, özde eklemlemeyle bağlantılıdır. Bir anlatma durumu, eğrisi doğmuşsa, anlamın peşine takılır zihin: Ne’yi nasıl diyor, o çifte soru, kendi kendine kısa devre yaratır hemen. İşte Dîvan şiirleri, tipik birer pusu niteliği bundan taşırlar. Hem vardır anlatı tabakası, hem de eksiktir, eksiltilmiştir. Düpedüz eksilti diyemez miyiz buna, düpedüz eksiltili diyemeyiz. Hem şiirde payı vardır eksiltinin, hem de şiirde anlatma eğilimi yoktur (SD; 54). Bkz. Anlam; Eksiltme; Adlandırmak; Şiirin Anlaşılması.
Anlatmak: Bkz. Şiirde Susku; Eksiltme, Eksiltilmiş Anlatı.
Aykırılık: Eskil çağlarda kamusal bir varlık, anonim bir sesti şiir; toplumun ağır değişimini aynı hızla yansıtıyordu. Ama, bireysel kalıba dönüşmeye başlamasıyla birlikte öncü çıktı şair: Toplumsal değişimden önce konuşma yönünü tutarak tedirgin etti kurumsal yetkeyi. Giderek kaçınılmaz, süreğen bir baskı oluştu üzerinde: Ya saraya, inanca çekilecek; ya da sürgüne gönderilecek, olmadı azledilecekti. Villon, Nef’î, Dante bu yazgının bilinen örnekleridir. Octavio Paz şöyle açıklıyor bu ayrılığı: “Toplumsal yaşama katılmasına, dönemin inançlarına derin bağlılıklar göstermesine karşın şair ayrı kalan bir yaratık, tam anlamıyla bir mezhep-dışıdır: İçinde yaşadığı cemaatin bireylerinin söylediklerini söylediğinde bile başka şey söylemektedir. Devletlerin ve kiliselerin şiire karşı duydukları güvensizlik yalnızca bu güçlerin sömürücülüğünden gelmez: Şiirsel sözün ırası bile yeterlidir bu duyguyu uyandırmaya” (SB; 114, 115).