Günümüz Türkiye’sinde Şiir: Günümüz Türkiye’sinde yayın alanını kaplayan şiirleri önceden hazırlanmış ve defalarca uygulanmış formüller içinde kalan, tanımlanabilir ufuklar içinde kalan ve en önemlisi bir başka yazılı metne ‘tercüme edilebilir’ cinsten şiirlerdir. Oysa ülkemiz Batılılaşma sürecine girdiğinden beri şiir hayatımızdaki yerini edebiyat ve toplum meseleleri karşısında açıcı (Arapçası fâyih) olmakla kazanmıştı. Bugün yine bizim için önemini koruyacaksa, bize yeni bir bilinç alanını açmakla bunu başarabilir (2006; 42, 43).
Karşımıza çıkan ve benim “yazılmasa, okumasak ne kaybederiz” diye merak ettiğim günümüz şiirinin anladığım kadarıyla belli başlı varlık nedeni güdük bir haberleşmeyi sağlayışındadır. Bu haberleşme geride bıraktığımız politik ortamda su yüzünde olan ideolojik kampların endişe ve isteklerinin bazı insanlarda henüz kaybolmadığını vurgulamakla yerine getiriyor. Güdüklüğü de böylece ortaya çıkıyor. (..) Şiir adına bizi tedirgin eden onun bir haberleşme alanı oluşu değil, güdük kalışıdır (2006; 58).
Halini Anlamak-Şiir: Dünyaya ne halimiz varsa görelim diye gelmedik; dünyaya gelişimiz halimizin ne olduğunu öğrenelim diyedir. Şiirle halimin ne olduğunu merak ettiğim için meşgul oldum (2006; 13-14). İnsanın dünyadaki ilk işi anlamak, anlayabilmek olsa gerek. İnsanın bütün söyledikleri neyi ne kadar anlayabildiğinin itirafıdır (2006; 14).
Halkın Konuşmasından Gücünü Alan Şiir: “Bir halkın şiiri” diyor T. S. Eliot “hayatını halkın konuşmasından alır ve karşılığında ona hayat verir”. (..)Türkiye kendine model olarak Batı Medeniyeti’ni aldığı zamanlardan bu yana Türk şiiri hayatını, hayatiyetini gittikçe artan bir oranda halkın konuşmasından aldı (2006; 58).
Halkın Varoluş Tarzı-Şairin Atılım Gücü: Bkz. Şairin Atılım Gücü.
İntellect’in Pençesi: Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca Türk şiri sağlam sanılan düşünce zeminleri karşısında adım adım geriledi. Şiirle birlikte, şiir içinde, şiir dolayısıyla düşünmeyi “sağlam” bulmaz oldu aydınlarımız. Çünkü sağlamlıkların denendiği başka alanlar çüktü önlerine. Bu yüzden de şiirin sağlam olup olmaması önemini kaybetti. Buna karşılık périphétique bilgilenme büyük bir önem kazandı. Böylesi bir ortamdan züppeler ve yobazlar yararlandılar. Şairden “edinilmeye değer” bir şey beklenmedi. O, yapabilirse bazı hazır “sağlam düşünceleri” parlatarak sunma hüneri gösterebilir, belli kaynaklardan gelen bilgileri “teganni” edebilirdi. Böyle bir görevi şairlerin anlaşılmaz bir coşkuyla benimsediklerine hep birlikte tanık olduk. Bilinçli bir tasarımın uzantısı olan şiirler yazılmaya çalışıldı ve sonuç şairlerin kendilerini intellect’in pençesine bırakmalarına şairliklerini gönüllüce iğdiş etmelerine vardır (2006; 43).
Şiirde dil kişiseldir. Oysa intellect kendi varlığını ortaya koyabilmek için saymaca (convantionnel) bir dili kaçınılmaz sayar (2006; 46). Şiiri anlamak demek, okuyucunun da kendini, daha önce şairin çekilmiş bulunduğu sabit merkezli evrene (sephere) çekmesi demektir. Bu başarıya intellect alanının dışında varılır (2006; 46).