Meryem Koçaklamaları Hakan Kalkan’ın ilk şiir kitabı. Hakan’ın içkin, derin, kırgın ve üzgün bir sesi var. Kitaptaki tüm şiirler bu sesle kurulur. Bu ses, şairin kendini bulduğu bir iklimdir. Hakan kendini bu sesle kaim kılmış. Şairin bundan sonraki şiirlerini de bu ses üzerinden kuracağı açık. Kitaptaki tüm şiirlerin çözümlenmesi bu sesin çözümlenmesiyle alakalı. Ancak bu ses Türk şiiri adına bir özgünlük taşımaz. Türk şiirinin bugüne kadarki gelişimi her zaman bu sesi yapısında fazlasıyla taşımıştır. Doğulu kimliğimizle bütünleşmiş bir ses bu. Bu ses aynı zamanda peşinde ahlakiliği de getiriyor ya da mecbur kılıyor. Bu ögenin kendini bir ahlakilikle sunması, bugünkü Türk şiiri için bir tükenmişliktir. Türk şiiri bunu aşmıştır. Artık bugünkü Türk şiiri bu ses ile ahlakiliği tahrip etmekle meşguldür. Sadece bunları değil tabi, bunun dışındaki alışıldık tavırları, aşınmışlıkları şiir adına şair tahrip etmektedir. Fayrap’taki diğer şairlerin genel tavrına baktığımızda “alaşağı etme, alaya alma” gibi tavırların karşımıza belirgin olarak çıktığını görürüz. Halbuki Hakan bunların dışında farklı bir tavır takınır. Genel modernlik karşıtı klasik tavrı es geçersek, onun tavrı daha çok sahiplenme üzerinedir, diyebiliriz. O, şiirinde arayan, bekleyen ve isteyen bir insandır. Halbuki diğer grup üyelerinde bunu görmemiz zordur. Diğerlerinde daha mücadeleci bir ruh vardır. Onlar cedelleşirken Hakan, olan biteni kırgın bir gözle izler.
Bozguna uğramış bir kişilik Hakan’daki. Bu bozgun hali, iki yüz yıllık bir bozgundan öte, iç kalelerin çökmesiyledir. Cemaatin çekildiği bu iç kale surlarının çökmesidir bozgun.
“artık evet Amerika evet Avrupa diyenleri duydum Allah bir derken”(Ben ve Arkadaşlarım Üzgünüm)
“Bilirim yoktur emin eller artık”(Yürümek Selamlarla Gülümseyerek)
“Geçtim saatlerce konuşup gülüşmeler arasında arada Filistin arada bir/Kosova demekle avunanları”(Suratsızlığa Övgü)
Bu ifadeler bir zamanlar belli değerlerle kendini oluşturan cemaatin parçalanışının itirafıdır. Bir toplumsal kurgu, birliktelik ifadesi olan şiirden, tek başına değerler taşıyıcısının ifadesi olan şiire geçiştir. Bu duruma tam anlamıyla bireyselleşme demenin doğru olacağını sanmıyorum. Çünkü bu tek başınalık, ardında ilahi olandan gelen inanışı, bu inanışın getireceği birlikteliği, hiç değilse bir zamanlar var olan bir ‘geçmiş’i taşır. Burada ‘birey’i kendi değerlerini kendi üreten, bunun dışındaki değerleri hiçe sayan olarak alıyorum. Onun için şiirdeki bu durumu birey oluşla ifade etmiyorum. Bu geçişi, Türk şiir tarihi için küçük bir dönemeç sayıyorum. Bu geçişin bu nedenle önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle İslamcı diyebileceğimiz kesimde, bu geçiş manidardır. Bu kesimin sosyolojisi için kayda değerdir.
Hakan’ın şiirinde ayrı bir yazı konusu olabilecek bir durum da şiirdeki “sen”in kurgulanışıdır. Kitaptaki tüm şiirlerde bir “sen” yer alır. Bu “sen” şiirde çok işlevseldir. Şiirdeki ben’in kurgusu çoğu yerde bu sen üzerinden yapılır. Hakan’ın şiirinin adeta şifresini taşır. Daha doğrusu var olan yapıyı inşa eder. İbrahim Aladağ Hakan Kalkan’ın şiiri üzerine yazdığı yazıda(fayrap 5. sayı) “sen” için şöyle der: “Her şiirin kahramanları vardır. ‘Sen’ bazen bu kahramanlardan biridir, bazen şairin kendisidir, bazen de okuyucudur.” “Sen”in bu şekilde bir çeşitliliğe sahip olmasının Hakan’ın şiiri için geçerli olduğunu sanmıyorum. Çünkü metinlere baktığımızda “sen”in ifade edildiği her yerde bir “ben” var. Ben’in yüzünü döndüğü, kendini ona göre kurduğu, belki de hepsinden önemlisi ben’in “sen” olmaya doğru olduğu bir “sen”dir bu. Ama tümüyle şairin ben’inden farklı bir “sen” kurgusudur. Açıkçası Hakan’ın şiirinde merak ettiğim, en önemli ögedir “sen”.
öncelikle bir türk şairinden bahsedildiğinin unutulmaması gerekirdi. bir türk şairini ya soyismiyle anarsınız yada adı soyadını belirterek. ayrıca sizi tanımadığımı da bildireyim. türk şiirinin ahlakiliğinden kastını anlamış değilim. bozgunda olan insandır. ve bozgunu kendisi isteyerek bilerek seçmiştir. benim tavrım bu bozgunun karşısında haykırmaktır. saldırıyı hisseden biri olarak bu saldırıyı savuşturmaktır. uzun uzun yazmayacağım. ama şiirimdeki “sen” belki de sensindir. kim bilir. bir kahraman sen vardır bir de bozgunu bile isteye tercih eden. artık yerini kendin belirlersin.
ve bu arada türk şiiri benim
ad soyad mevzusu araya belli bir mesafe koyulduğunda geçerlidir tabiki. ben bunu istemedim, çünkü kendimce bir yakınlık atfettim. yaştaşım, kuşağım olduğun ve belli hassasiyetler noktasında(şiir, dünya görüşü, ekonomi-politik, aynı bölüm mezuniyeti vs.) ortaklık söz konusu olduğu için böyle yaptım. hakan dedim,hakan. aynı paralelde başka birisi için de aynı ifadeleri kullanırım.
ahlakilikten kastım, eldeki değerlerin yitirilmemesi, elden kaçırılmaması noktasında bir tavır sergilemedir. bundan farklı bir tavır ise değerleri aşındıran, yok eden, tahrip edenlerin düzeninin tahrip edilmesi, yok edilmesi tavrıdır. bazıları kurulu düzenin alaşağı edilmesine kendini vakfederken, hakan kalkan bunu da yapmakla birlikte daha çok eldeki ya da elden çıkmış, iyi diyebileceğimiz değerlerin muhafazası, isteği savunusu içerisindedir şiirinde. ahlaklı ya da ahlaksız oluş anlamında değil tabi.
evet o şiirdeki “sen” belki de benim. ya da şu meşhur bozguna maruz kalmış, darmadağın kimseleriz.
Hakan Kalkan, ‘Meryem Koçaklamaları’ ile birlikte sözün kasıtlı söylenmesine -bu çıkış arayışımızda çıkışa götürecek bir hamledir- verdiği önemi, büyük bir dikkatle vurgulamıştır. Şiirleri, yalnızca Türklerin okuyacağı ve sahipleneceği türden şeylerdir. Şimdiden kendisine Türk şiir yatağında bir yer açmıştır. Açtığı bu yeri sağlamlaştıracak hamleleri yalnızca kendisinin yapabileceği bir yerde duruyor. Neo-epik şiir müddetince kendisini korumuş, salınımını sağlam şeyler üzerinden yapmış bir şiir, tam da bu nedenle önü açık, kulvarını belirlemiş bir şiir. Tek düğümü, kendine yeni bir kulvar açma girişimi içerisine girdiğinde yapacağı hamle.
Vatana, Millete hayırlı; devlete kasıtlı olsun.
İbrahim Aladağ’ ın Salgın şiiri üzerinden Kalkan şiirine dair söyledikleri, dünyada vaoluşunu şiirle algılayan ve giderek bu anlamı özünde yaşayabilenlerin anladıkları kadardır. Ne Kalkan’ ın şiiri ve ne Aladağ’ ın onun şiiri için söyledikleri bu anlam dairesi dışında kalanlara bir şey söylemez. Belki bu anlayış dairesi içinde olmak bir nasip işidir, Kalkan nasibini ( dünyada sadece müminlerin gönlünde saklı anlam ve anlayış biçimini ) şiirle arar; Aladağ, Kalkan’ ın şiirle bunu nasıl yaptığının izini sürer. Aladağ Kalkan şiirini onun yazdığı gibi okumuş ve nasıl okunması gerektiği yönünde işaretler vermiştir şiir içinde olanlara.
hakan kalkan şiir yazmak için yaratılmış iyi bir insandır. kendisini tanırım. ve severim. hemi de çok. beraber okuduk kendisiyle. çay ve sigara vazgeçilmezleridir. hey gidi günler hey. yaşlanıyorum.
hakan kalkan üniversite yıllarında ev arkadaşlığı yapma fırsatını yakaladığım çok değerli bir şairdir. Türk edebiyatı ve özellikle Türk şiiri üzerine kafa yormamı ve bir nebze de olsa o engin edebiyat zevkinden yararlanmamı sağladığı için kendisine minnettarım. Üniversiteden sonra kendisiyle hiç görüşemedik ancak Meryem Koçaklaması onun sesini bir kez daha içimde hissetmemi sağladı. Sağolsun, varolsun Allah kalemine kuvvet versin.(bekirgencel@mynet.com.tr)
İsmail Bektaşoğlu, Kalkan şiirindeki ses için "içkin, derin, kırgın ve üzgün bir ses" demiş. Bu kabul edilebilir olsa da devamında söylediği "özgün olamamak" görüşü kabul edilebilecek bir görüş değildir. Kalkan şiiri daha yakın bir okumayla okunursa görülecektir ki, Modern Türk Şiiri’ nde hiçbir şair bu sesi Kalkan gibi özgünce işleyebilmiş değildir. Ahlakilik meselesine gelince günümüzde az da olsa – ki bu da yine Kalkan’ ın aynı anlayış içinde olan arkadaşlarında belirgin bir şekilde görülecektir – aynı damardan neşv-ü nema bulan şiirlere bakılırsa ahlakiliği tahrip etmenin sözü edilemez, aksine onu yeni bir sesle diri kılma çabası içinde olduğu görülecektir.
Türk şiirinin genel olarak bu sese fazlasıyla sahip olduğunu söyledim. Bu genellik içinden, buradan yakalanabilecek bir özgünlüğün dişe dokunur olacağını sanmıyorum. Bu ses genel bir nitelik olduğu için, özgünlüğün başka alanlarda aranması gerektiğini düşünüyorum. Bu alandaki özgünlükler kayda geçmez.
ahlakiliği "diri kılma çabası"nın artık şiirimiz için geçersiz olduğunu söylüyorum. Şairi bu yoldan dinleyecek kimse kalmadı. O sağır kitleye seslenebilmek için farklı bir ses, farklı bir duruş gerekli. Bütün değerlerin savrulup gittiği postmodern bir dünyada yaşıyoruz. Bizim ahlaki sesimiz, aşındırılmışlıklar, savrulup gitmeler, ters yüz etmeler vb. dünyasının kulaklarına ulaşabilir mi? Eğer şiirimizin yüzü hayata dönükse, eğer hayata bir refleks gösterecekse canlı olduğunu, ölmediğini dünyaya bildirecekse bu ses, o dünyanın duyabileceği bir ses olmalı. Kimse göklerden ilahi bir ses beklemediğine göre, kimsenin yüzü de göklere dönük olmayacak. kabaca böyle ahlakilik mevzuu.
ilk yorumunda dediğin "anlayış dairesi" şiiri bir cemaata hapseder. Şiirin mızrakları bütün insanlığa fırlatılır halbuki.
aladağ’ın kalkan’ın şiiriyle yazdıkları daha isabetli olabilir. dost olduklarını biliyorum. aladağ’ın, şiiri kalkan’ın yazdığı gibi okumuş da olabilir. ama ben kalkan’ın yazdığı gibi değil de metnin ne söylediği doğrultusunda okuma taraftarıyım. naçizane şiir-şair yorumlayıcısı işte.
Not: herhangi bir cephenin savaşçısı falan değilim, olma taraftarı da değilim, kimsenin siyasetinin oyuncağı da. hakan kalkan’ı özellikle seçmiş değilim, kinim garezim de yok. kötüleme kıskançlık falan da değil. sadece değerlendirme. işim gereği…dolayısıyla bazı arkadaşlar(yorumları silindi) kime olan sevgisinden ya da kininden bilmiyorum ama konuşmanın yazmanın ölçüsünü kaçırıp ucuz kahramanlığa yelteniyorlar. onlar biraz daha büyümeyi, pişmeyi beklemeli…
Hakan Kalkan’ ın özellikle seçilmiş olduğunu zaten düşünmedik, onu görmüş olmanız görüş bildirmeniz için yeterli bir sebep. Ben de avukatlığa soyunmuş değilim. Geriye dönük olarak bakarsak Fikret – Nazım – Akif çizgisi üzerinde yürüyüp II. Yeni’ yi bulan şiirimiz günümüzde, sizin yazınızda, benim de yorumlarımda söylediğim sesi – benim ses ve ahlakilik kavramları üzerinden söylediğim Kalkan şiirinin neyi nasıl söylediği ve kimleri muhatap aldığıyla ilgilidir, söylenen şiir ilk onlara değer, şiirle atılan tokadı ilk onlar yer, tabi şair şiirini belli kişileri ayrık tutarak sesini duyurmak istediği bir muhatap çevresi oluşturmak istemiş değildir; ancak artık şairin dilinden çıkmış şiir önce belli kişileri bulur, sonra eğer bu şiirin söylediğiyle yarası sızlayacak olan varsa onları da bulacaktır, benim aynı anlayış dairesi içinde olmak ve nasip işidir diye söylediğim şey tam da budur – yeni bir söyleyişle anlatmak için yeterli şiir ortam ve imkanını hazırlamıştır. Şiirimiz bu damardan beslenirse gürleşecektir. Modern dünya ahlakiği törpülemeye devam ettikçe yaralı olanların sayısı giderek artacak, en sonunda bu sesi duymaktan başka çıkış yolu bulamayacaktır. Hal böyleyken hangi farklı alan ve özgünlükten bahsediyorsunuz.
Tartışmanın devam edeceğini umuyordum. Ansızın kesiliverdiğini farkedince üzüldüm. Sayın şairin ve yorumcuların, İ. Bektaşoğlu’nu anlamadıklarını düşünüyorum. Farklı yerlere çekiliyor mesele. Oysa Bektaşoğlu hayati bir hususa değinmiştir. Bunun anlaşılması için bir çaba gerekirken paralanmaya çalışılması üzüntü vericidir. Ahlakilik konusunda kapsamlı bir yazıya ihtiyaç olsa da şu kadarı söylenebilir kanımca: Şair, rasyonel pojeleri olan biri değildir. Hatırlayınız lütfen, İsmet Özel şiiri tanıtırken ne söylemişti? Şiir merdivenden düşen insanın çıkardığı sestir. Ahmet Güntan bu durumu yeryüzündeki ilk insanın, yalnız insanın, doğanın içindeki böğürtüsü ile ortaya koymaya çalışır. Bir hatırlatma daha: Eski Yunanlılardaki şiirin kök sözcüğü poiesis için Heidegger, "şiirden çok doğaya aittir" der. Ve bir tomurcuğun patlamasını örnek verir. Dikkat edilirse ahlak öncesi, eylemle ilişkilidir şiir. Ama şair ahlaki bir öznedir de. Buranın yerli yerinde yorumlanması gerekir. Bektaşoğlu şiiri hakkıyla bilenlerdendir, anlaşılması hepimiz için kazanç olur. Yeniden okunmasını tavsiye ederim.
burada neyi tartıştığınızı anlayamadım. hakan kalkanın özgün olmadığı mı söyleniyor? "özgün ses" ne demektir? kim ahlakilik yapmış? gerçekten anlamadım. sekoya isimli arkadaşın yazdığını hiç anlamadım. özgünlük şiirimiz açısından gerçekten hayati bir huhus. ama ismail bektaşoğlu’nun hakan kalkanı doğru okumadığı ortada. Meryem Koçaklamaları Türk şiirinde uzun zamandır rastlamadığımız özgünlükte. hakan kalkanın özellikle yeni bir ses olduğunu anlamak için isterseniz tek tek mısraları alın ve bütün bir türk şiiriyle karşılaştırın. yani sorun ses konusundaysa. şair üzgün kırgın bir sesle yazıp özgün olamaz mı? bunu anlayamadım. Akif kırgın değil mi? ismet özel, turgut uyar, karakoç… hepsi de büyük hepsi de farklı. kalkanın şiiri dünyayı karşısına alışıyla otantik bir şiirdir. bu klakanın ne kadar türk olduğuyla ilgili. neo-epik şiir de büyük ölçüde türk destan geleneğinin devamı, dünyanın kirli dönüşünün karşısında türk olarak bir duruştur. üçgen şiirinden başlayarak, bulantı, suratsızlığa övgü, salgın, meryem koçaklamaları ve diğer bütün şiirleri kısaca kitabı okuduğumda zihnimde bir şair canlanıyor. herşeyi karşısına almış, kötü olanı gören ve gördüğünü açık açık söylemekten korkmayan, acı çeken, üzülen, yüzü gözü yamulmuş, yorulmuş, bağıran-çağıran bir şeyler anlatmaya çalışan anlattıklarının ağırlığını mısralarının arasına sindirmiş bir şair sureti canlanıyor zihnimde. özgünlükten ne anlıyorsunuz. hayatın içinden konuşuyor olmasını mı özgün bulmuyorsunuz. üzgünlük mü özgün olmayı engelliyor? kalkanın kitabına almadığı ilk şiirinden birkaç mısra hatırlıyorum:
"şekilsiz dişlerle ısırdığım dünyaya
dört elle sarılıp bir yerlerimi kesince
pis kokumdan anlıyorum
neden talan edilmiş çocukluğum"
şiir şöyle bitiyordu:
"mecnun aşktan uzak leyla halen bakire"
bu şiir şehrengizde çıktığı zaman ortalıkta dolaşan metinlerin hiçbirinde bu denli doğrudan söyleme eğilimi yoktu. sözcükleri tokuşturarak bişeyler yapılıyordu. kalkan bize açık açık konuşarak bir mesele üzerine yoğunlaşarak şiir yazılabileceğini hatırlattı. neo-epik şiirin canlanışı da bu dönemde yazılan şiirlerle başlıyor. bunu anlamak için çok derin bir araştırma yapmaya gerek yok. sadece doksanların ortalarında yayımlanan şiirleri okumak yeterli. gerçekten anlamıyorum. yeniliği nerede aramalıyız? "sana ekmeğimi uzatıyorum/ sana uzanıyorum aşkın olanda/ bir gülü uzatmıyorum sana" bu mısralarla başlayan Bulantı şiirini ilk okuduğumda bu adam nasıl şiir yazıyor demiştim. bulantı yeni bir metindi. ilk kez biri bizim hayatımızı anlatıyordu. bizim anlatamadığımız gibi anlatıyordu. ne kadar anlatamadığı da ortadaydı. sayıklıyor gibi, canı yanmıştı. zorla konuşmuş gibiydi. konuşulması zor olan şeyleri konuşan bir şiir. bu zorluk ortamla da ilgili biraz. şiirin tasavvurların arkasına saklandığı bir zamanda olan bitenden bahseden, bize yetimliğimizi hatırlatan mısralar kurmuştu. kalkanın özgünlüğü bütünlüklü şiir kurmasıyla ilgili biraz. şiirden kopamıyorsunuz. şiirin içine girip şairle birlikte yolculuk yapıyorsunuz. şiir bittiğinde şair kadar siz de yoruluyorsunuz. büyük mısralar kuruyor kalkan; ama mısralar ortada kalmıyor. "çünkü senin güllerini kullandılar" büyük bir mısra. bulantının sonunda yumruk gibi iniyor. şiir boyunca yumruğu hazırlıyor, bizi geriyor, eziyor sonunda hatırlatıyor. şairin görevi bir şayler hatırlatmak mıdır? şiir hakikat telkin etmek için mi yazılır? bu klasik tartışmaya girmeyeceğim. ama şiir hakikatin etrafında dolaşmadıkça şiir değildir. her büyük şair anlatamadığı bir hakikatin peşindedir. "Dili yok kalbimin bundan ne kadar bizarım" diyor Akif. Arslanbenzer, "anlatamadığımın intikamdan başka adı kalmamıştı" diyor. zaten doğrudan anlatılabilecek bir durum şiir olmaz. Kalkan da bizim kuşağın (bunlar kim bilmiyorum) anlatılmayanının etrafında meryem koçaklamalarında. Otantik duruşu kendisi olmaya engel değil. saf anlamda orijinal olan saf anlamda kötüdür. eliot demiş. iyi demiş.
#ahlakilik. insan kötü karşıtı bir varlıktır. insanın dünyadaki varoluşu, iyi üzredir. fıtratı gereği.
dolayısıyla bir insandan beklenebilecek ilk söz, ilk duruş iyilik ve kötülük üzredir.
yeniliği, özgünlüğü, ileri hamleyi tüm diğer insanlardan fazla ruhunda barındıran bir sanatçı, şair
özellikle bugün, bu çağda, fıtratı gereği olanla ilişkisini olabildiğince dolaylı bir şekilde kurmalıdır. Bir şeylerin
muhafazasından, vaizliğinden, değer üretiminden ya da değer koruyuculuğundan olabildiğince kaçınmalıdır. bu, günün estetiğinin
gereğidir. şair iyi bir öznedir. insanlık, devletten kovulsa da şairden kendine bugüne kadar bir kötülük gelmediğinin, gelmeyeceğinin
bilincedir. elde var bir. peki şair elde var birin(iyi) üzerine ne koyacaktır? tabiki eldekini de koruyup buradan, bu iyiden,
olabildiğine uzaklaşmaktır. eğer sanatçı, şair bu elde varla yetinseydi, o elde birin estetiğinde yitip gidecekti. o tanımlamanın
o hapsetmenin içinde kaybolacaktı. şair kendi var oluşu gereği, bu tanımlamanın çemberini kırmak, o iyiliğiyle olabildiğince
dolaylı ilişki kurmalıdır. gereğinde bir ahlaksız olarak da karşımıza çıkabilir. yani şu edebiyatın kökenindeki "edep" göndermesinden
olabildiğince kurtulmak gerekir. kaldı ki bu edep ilkin ‘bir şölene davet’ anlamını taşıyordu. sanatçı olarak bugünün gerçekliğin yakalamamız
gerekiyor. ahlakın doğrudanlığı bize bir şey ifade etmiyor. biz(insanlar) bugün elinden ahlaki olmanın elinden gelmediği insanlarız. işimize gelen ama
elinden gelmeyen insanlarız. biz ahlaklı olmayı beceremiyoruz. alnı secdeye gidip de yüzünü küfre çeviren insanlarız. biz iyinin de
kötünün de farkında olan, ama iradesi elinden alınmışlarız. biz ikiye bölünmüş beniz. işte tüm bunlardan dolayı ey şair biz gör, biz duy diyoruz.
bana beni anlat ey şair!
#"Akif kırgın değil mi? ismet özel, turgut uyar, karakoç…". evet kırgındı, ama bunların hiçbiri özgünlüğünü bu kırgınlıktan almıyor. benim de kalkan
üzerinden dediğim tam da buydu. türk şiiri ağzına kadar buna batmıştır. dolayısıyla burası özgünlük alanı olamaz demiştim.
#kalkanın türk oluşu. benim bildiğim türklüğün geçmişe ait bir şey olduğu ve öyle kalacağıdır. bu türklük alanından insanlar kendilerine
bir fantezi kurabilir. özel’in bu son siyasası, burada olmayanla burada olmak isteyenlere bir avuntu da teşkil edebilir. sanatçı ölünce fantezisi de eserlerinde kalır.
bu özel’in sanatçı fantezisidir. onun özgünlük alanıdır. diğer sanatçıların kendilerine farklı bir fantezi üretmeleri gereklidir özgünlükleri adına.(savaş bitti, diyordu şair )
#akif. akif bir yıkımın, bu yıkıma ilişkin endişenin adamıydı. bugün, bizim yıkılacak, bu yıkıma ilişkin endişe taşıyacak hiçbir eserimiz ayakta değil.
biz yıkım sonrasının insanı bile değiliz. belki yıkım sonrasının sonrasının insanıyız. savaşta yenik de düşmüş değiliz. bırakın savaşı, bu savaşta esir
düşten sonra köle olduğumuzu bile hatırlamıyoruz. sadece özgürüz şimdi ve çok.
kabaca durum bundan ibaret.