ÇAĞININ ŞAİRİ: Hüseyin Cöntürk’ün Poetika Sözlüğü(*)
“İyi şairler, yalnız değişmenin vaktini bilmekle, bulmakla kalmazlar,
değişmenin ancak değiştirmekle dengelenebileceğini de bilirler.
Yenilik bayraklarını açmaları, yenilik kavgalarına girmeleri bundandır” (Deyince’den)
Antiphony Şiir: Bkz. Ece Ayhan Tipi Şiir.
Araştırmacılık: Bkz. Yeni Şiirin Niteliği…
Asıl Şiirin İmkânı: Bizce en önemli şiir, biçimle özün bir bütün kurduğu, birbirine yeter olduğu, hal meydana getirir. Fakat bu halin çağa uygun doyurucu ürünler verebilmesi için ortada doyurucu özlerin, doyurucu deyiş biçimlerinin bulunması şarttır. Bu o demektir ki, özlerin doyurucu olabilmesi için onların zenginleşmesine, biçim üzerine baskı yaparak biçim üzerine baskı yaparak biçimi özden bağımsız hale getirmesine; öte yandan da, deyişin işlenmesi için onun yenilenmesine imkân verecek şekilde özlerin bağımsızlığını kazanmasına ihtiyaç vardır. Özle biçimin egemenlik yolunda bu diyalektik çatışmaları olmasa, bizce, şiir dediğimiz varlık güç kazanamaz (I/157, 158)(**). Bkz. Edebiyatsal Biçimler; Çağının Şairi; Yeni Şiir.
Ataç, Nurullah: Biz ileri bir şiire ona bağımsızlık tanıyan bir görüşle varılabileceğine inanmaktayız. Ondandır ki şiirin bağımsızlığını savunan yazarlarımızın başında gelen Ataç’ın edebiyatımıza yaptığı hizmeti saygı ile anmaktayız (I/179).
Bugün Ataç özlemi duyanlar yok değil, ama bu özlem “duygusal” olmaktan ileriye geçememektedir, belki insaniliğinden ötürü hoş görülebilir, ama ciddiye alınamaz (II/23).
Eleştirme de şiire benzer. Onun da bir tarihi vardır. Dünkü eleştirmenin tarihi yüzde doksan Ataç’ın tarihidir. Ataç’ın tarihi yazılmadıkça bugünün eleştirmesi açığa çıkamaz, bugün bir eleştirme kuşağı yaşıyor denmez. Ataç ölmüştür. Ama onun için kitap yazamasak biz sağlığımızda ölmüş olacağız. Bizim kuşak işte asıl kıyametin bu olduğunu bilmem anlar gibi oluyor mu? (II/105).
Biçim: Biçim deyince, şiirde, şu bölümleri anlıyoruz: 1. Kelimelerin biçimi. 2. Kelimelerin bir cümle (ya da cümleler kümesi) içindeki diziliş biçimi (sintaks biçimi). 3. Cümlelerin (ya da cümle kümelerinin) aralarında diziliş biçimi (kuruluş biçimi). 4. Vezin ve ayak biçimi. 5. Kelime dizilişlerinden ileri gelen ritim biçimi (I/140). Bkz. Kelimelerin biçimi;
Halk eldeki biçimlerle iş görmeye, alışkanlık sonucu olarak (conventionally), bilinçli ya da bilinçsiz alışmıştır (I/144, 145). Bkz. Edebiyatsal Biçimler.
Biçimde Değişim Yapmak: Yazar biçimde değişiklik yapmakla anlatmak istediğini daha iyi anlatmış olur. Biçimde bu tarzda yapılan bir değişiklik ya da deformasyon, yeni bir özün gerektirdiği biçim değişikliğinden ayrı olarak ele alınabilir (I/131). Biçimde şekil değişikliği yapılmasının bir sebebi, yazarın okuyucusuna maksadını iletmek kaygısından ileri gelmektedir. Bu halde anlam, biçimin değişmesine rağmen, aynı kalmakta, ya da pek az değişecektir (I/1301).
Bir Şey Söylemeyen Şiir: “Bir şey söylemeyen şiir” anlayışı şairi ile okuyucusu arasındaki bağları hemen hemen kopardığından eleştirel olmaktan çok metafiziksel bir yönü taşıyor. Çünkü hiç “bir düşünceye, bir duyguya bağlanmaksızın” yazılan,, bütün söyleyeceğini “mısra kurduktan sonra” söyleyen şiirin şairi ile bağlantısı pamuk ipliğine bağlanmış demektir. Böyle bir şiire her halde yalnız dadaistlerde ve bir takım sürrealistlerde rastlanır (I/162).
Büyüsel Bağ: Yazar yapıtına ve okuyucusuna çok defa niyet-amaç bağları ile bağlansa bile başka türlü de bağlanabilir. Örneğin büyüsel bağlarla (I/137, 138).
Çağdaş Olmak, Çağdaşlık: Çağdaş olabilmenin ilk koşulu, çağdaş yapıtlara vakit geçirmeden çağdaş bir gözle eğilmektir (II/61). Bkz. Çağdaş Yapıtlar.
Her yeni gelen, nesneleri bir başka türlü görür, yeniden açıklar, var kılar. Hem her gelen çağdaş olmak haysiyetini kazanır, hem de uygarlığın sürekliliği yaratılır (II/66).
Çağdaş Yapıtlar: Çağdaş yapıtlar sevilmezse, bırakılmalıdır, ve böylesi üzerinde incelemeye girişilmemelidir /II/19). Bkz. Eleştirel Yapıt Gereksinimi.
Dün yaşamış “başka” ve “değişik” gelenekteki edebiyat ürünlerinden yeteri kadar haberli olmazsak bugünün edebiyatını ne iyice kavrayabiliriz ne de değerlendirebiliriz (II/64).
Edebiyat demek, en son kuşakların yazdıkları ürünler demektir. Bunlardır, bunların iyileridir aranan, sevilen (II/76). Bkz. Kaynak-Yapıt.
Çağının Şairi: Yeni gelen kuşağın yaşayış, görüş ve duyuşları öncekinden farklılık gösteriyorsa eski ritimler doyuruculuğunu, maksada ileticilikteki verimliliğini yitirebiliyor. Vezin ve uyak için de böyle. Hatta öyle olabilir ki bunlar şiirin zorunlu rükünleri olarak sayılagelirken bir gün şiire düşman rükünler olarak sayılmaya başlanabilir. Çağın duyarlığı öyle kompleks bir nesnedir ki bu duyarılığın en etkili bir şekilde nasıl ortaya konulacağı, ne gibi ritim ve ayaklarla anlatımlanacağı olsa olsa şairlerce ve iyi eleştirmenlerce sezilebilir. Duyarlığın değişmesine rağmen eski ritimlere sarılmakta devam edenler “çağın şairi” sayılamaz (I/140). Bkz. Yeni Şiir; Şimdiki Şairler; Edebiyattan Anlamak.
Şiir için klişe unsurların başlıca yeri ve şekli belli olan ayaklar tekrarlamalar, kalıplaşmış sıfatlandırma ve deyimlemelerdir. Bu klişelerden kurulmuş dil yerine yeni bir şive getirmek (poetical idiom) istemeyen şaire “çağının şairi” denemez. Klişe dili kullanan şaire klişe şair, onu daha inceltmeye çalışan şaire “decadent” şair denilebilir (I/149). Bkz. Klişe Unsurlar; Asıl Şiirin İmkânı; Yeni Şiir.
Dili yüceltenler yalnız şairler değildir. Fakat dili yüceltebilen şairler mutlaka “çağlarının şairleri”dir (I/172). Bkz. Dili Yüceltenler.
Çevrinsel Anlam (context); Çevrinsel Boyut: Bir cümlenin anlamı, kendisinden önce ve sonra gelen cümlelerin anlamı ile çevrilmiştir, çevrelenmiştir. Onların anlamını bilirsek anlaşılabilir. Her cümle, metinsel çevresi, çevrini içinde anlamlandırılırsa doğru olarak anlaşılabilir (I/130). Bkz. Okursal Çevrin.
Çevrinsel boyut dediğimiz şey, dili değiştirmede, dile belbağlamada, çok aşırı gitmemize sınır koymaktadır. Bu sınırdır ki şiirin insalsallığını yitirmesini, “dehumanization”unu önler (I/133). Bkz. Şiirin İnsansallığı (Dehumanization).
Dadaist Şiir: Bkz. Bir Şey Söylemeyen Şiir.
Decadent Şair: Bkz. Klişe Unsurlar.
Deformasyon: Bkz. Biçimde Değişim Yapmak; Yenici Olmak.
Değişim: Değişim deyince değişmek ve değiştirmek hatırıma geliyor (II/90).
Değişen yanı da var insanın, onu görmezliğe gelmeyelim, görmeye çalışalım, bu yetmez, biz de değişmeye kendimizi zorlayalım (II/19).
Dergilerde Amaç, Edebiyat Dergileri: Her derginin diğer dergilerle ortak amaçlarından başka kendine özgü amaçları da olmalıdır. (..) Bir dergi, yayımladığı, öne sürdüğü yazarların eleştirel bakımdan savunmasını yapacak yolları bulmak, düzenleri kurmak zorundadır (II/52).
Deyimlerin Olgularını Öz Olarak İncelemek: Deyimlerin olguları yük –ya da öz, iç iç öz- açısından incelenebilir. Yükler, etkililik-deyimlilik gücü bakımından üçe ayrılabilir. Zihinsel (mantıksal, ussal) yük, duygusal-duyusal yük, şiirsel yük (I/134). Bkz. Dilsel Deyim; Öz; Öz-Biçim, Şiirde; Zihinsel Yük; Duyusal-Duygusal Yük; Şiirsel Yük.
Diğer Bir Edebiyat: Bkz. Divan Edebiyatı.
Dil: Dil insan tarafından kullanılan bir araçtır. Dışınsal değil, çevrinseldir. O aynı zamanda şiirsel yaratmanın sürekli iğrisi üzerindedir (I/133).
Yaşantılarımız en az üç boyutludur. Oysa dil kelimelerin yan yana gelmesi ile kurulan tek boyutlu (linear) bir yapıdır: cümlede bir kelimeyi mutlaka ötekinin yanına getiririz, üstüne, altına, ya da açığına koyamayız (I/143).
Dil araçlar içinde en insani, en canlı ve akıcı olandır. Bu yüzden şiir en çok tutulan bir sanattır. Şairin yapacağı iş, dilin bu özelliğinden kurtulmaya çalışmak değil, onu daha da inceltmeye, değerlendirmeye bakmak olmalıdır (I/180).
Dili Yüceltmek: Milletinin dilini arıtan kimse onu yüceltmiş olur. Dili arıtmak demek onu “klişelerden” kurtarmak demektir. Klişeleimiş bir dille şiir yazmak çok kolaydır. Etrafınıza bakınız yüzlercesini göreceksiniz. (..) Dil, bir yandan klişelerek, bir yandan da klişelerden arınarak canlılığını korur. (..) Dili asıl yüceltenler, ona “kalıcı” tazelikler kazandıranlardır. Bunlar hemen hemen hiç dökülmeyen, dilin içine işleyin onu eti ve kemiği olabilen yeniliklerdir (I/171). Bkz. Klişe Unsurlar.
Dilin Yönüsü: Bkz. Dilsel Deyim.
Dilin Kırpılması: Şair, normal gramerce gerekli olduğu halde, ilettiği şeyin anlaşılması için gerekli olmayan kelime ya da kelime parçalarını dilinden kaldırmakta, dilini kırpmaktadır. Böyle yapmakla şairin dilinin verimini bir bakıma da olsa arttırdığına şüphe yoktur (I/151). Bkz. Klişe Unsurlar; Şairin İletmek İstediği Şey; Şiirdeki Biçim Değişikliği.
Dilsel Deyim: Bir dilsel deyim, kelimelerin yan yana gelmesiyle ortaya çıkar. Kelimelerin seçilmesi, diziliş şeklinin seçilmesi ve bu arada kurulan seslerin seçilmesi dilin üç ayrı yönüsü olup dilbilimin ayrı kollarınca ele alınır (I/134).
Divan Edebiyatı: Divan edebiyatı bize “diğer bir edebiyat” olarak gereklidir (II/35).
Divan edebiyatının “ayrıntılara girişi” çok özgün bir niteliğidir, bugünkü edebiyatlarda öylesi görünmemektedir. Bu, “diğerlilik” duygusunun geliştirilmesi için biçilmiş kaftandır (II/36).
Divan şiirine “çağı içinde bakmak” işi bizim işimiz olmayacaktır (II/34).
Duyusal-Duygusal Yük (Stylistics): Duyusal-duygusal yük, insanlar konuşurken duydukları duygularla konuştukları sözlerin dinleyiciler üzerinde olan etkilerinden, toplumsal-çevresel olan sonuçlarından ibarettir. Duyusal-duygusal yükler üzerinde çalışan bilime stylistics deniyor (I/133, 134). Bkz. Deyimlerin Olgularını Öz Olarak İncelemek.
Duyusal-duygusal yük taşıyan deyimler, halkın malıdır, dünden gelen deyimlerin günün yaşantılarına uydurulmuş halidir (I/136).
Sytlistics edebiyatsal (şiirsel) etkililiğin eşiği ile sınırlanmıştır (I/135).
Ece Ayhan Tipi Şiir: Bu tip şiir, anlamı rastlantıya bıraktığına göre toplumcu maksatlara pek yaramayacak, egemenlik olsa olsa sanat kaygısında olacaktır. Ayrıca, bu tip şiir, kelimeleri toplum dilindekinden ve dünlerdenberi gelen şiir dilindekinden çok farklı bir düzen ( ya da düzensizlik) içinde kullandığına göre, bir nevi aşırı “antiphony” şiir olduğuna göre, toplumun egemenliğini kaldırmış yahut sıfıra yaklaştırmış oluyor (I/168).
Edebiyat, Kurulan Şey: Edebiyat, en geniş anlamıyla, kurulan bir şeydir, her ulusun gereksemesine uygun olarak kurulur, ulusun malı olur, yoksa uygarlık olmaz. Öyleyse her ulus, “kuramsal düşünce”den “davranış”a geçmek zorunluluğundadır. Başka bir deyişle, “edebiyat neye yarar?” sorusu yerine “neye yaramalıdır?” sorusu, “eleştirme nedir, neye yarar?” sorusu yerine “nasıl olmalıdır, ne yapılmalıdır?” sorusu söz konusu olur (II/39).
Edebiyatçı Gözüyle Edebiyat: Edebiyat yapıtlarına kültürcü gözüyle değil edebiyatçı gözüyle bakmak demek, iyi bir vatandaş yetiştirmekten önce zevkli bir vatandaş, hayal gücü olan bir vatandaş yetiştirmeği benimsemek demektir. Edebiyattan tat alma alışkanlığının gelişmesini toplum düzeninin düzgünleştirilmesinden önce düşünmek demektir (II(/33).
Edebiyatsal Biçimler: Edebiyatsal biçimleri üç kümeye sokmak da mümkündür. Birincisi, biçimin özden bağımsız olduğu haldir. Burada belirli bir öz, cevherinden fazla bir şey yitirmeden, bir başka türlü deyimlenebilir. Bilimsel yapıtlarda olduğu gibi. Buradaki biçimin bağımsızlığı aslında kişisel deyişin (üslubun) bağımsızlığıdır. Çünküğ kişisel deyişe müncer olmuştur. Amacı bir bilgiyi, bir ahlaki, bir ideolojiyi aşılamak olan yazılarla bir çok düz-yazı tipleri en çok bu küme içine düşen biçim özellikleri gösterirler. Bizde “özcü” diye adlandırılabilen kimselerin biçim anlayışı bu küme altına alınabilir. İkincisinde bağımsızlık özdedir. Ortaya bir kelimeler dizisi konmuştur. Bu dizi ya belirli olmayan bir öz getirmiştir ya da hiçbir öz. Özün belirli olmaması, belirgin olmaması, onun bağımsızlığını gösterir. Diziye, yerine göre şu, yerine göre bu anlam yakıştırılabilir. (..) Diziye hiçbir anlam verilemediği hallerde ise öz yok demektir. Bu da özün tam bağımsızlığına işaret olur. Bir şiirde özün hiç bulunmaması, şairin anlamdan (özden) başka öğeleri, örneğin sessel etkileri amaç edinmesi halinde vaki olabilir. Bilince, anlama ve genel olarak hert şeye karşı gelmesi halinde de rastlantı şiirleri bu ikinci kümeye sokulabilir. Üçüncüsüne gelince, burada bağımsızlıktan çok bağımlılık söz konusudur. Çünkü biçimle öz aynı derecede birdirine bağlı olup birlikte bir bütün teşkil ederler. Öyle ki gerek biçim gerek öz ötekinden ayrı olarak ancak bir yere kadar incelenebilir (I/156, 157).
Edebiyatta Anlayış: Bkz. Öznellik.
Edebiyattan Anlamak: İyi yapıtla kötü yapıtı birbirinden ayırmak, iyiler arasında seçme yapmak: işte budur edebiyattan anlamak. Bu kadar değil, bu işi, bu işleri “severek”, “zevk alarak” yapıyorsak ancak, kendimize edebiyattan anlıyoruz diyebiliriz. (..) Bitti diyemeyiz bu kadarla da, edebiyattan anlamak için bir de “aramak” gerekir o sevdiğimiz, sevebileceğimiz yapıtları (II/55). Bkz. Edebiyatçı Gözüyle Edebiyat.
Ülkemizde edebiyattan anlayan var mı? “İyice” anlayan yok şüphesiz: durağan bir dönemde değiliz, değerlerin yeniden kurulma gereksinmesinin duyulduğu, bu değerlerin nasıl oluşturulacağının araştırılmasına da geçildiği bir dönemdeyiz. Bu dönemde edebiyattan anlamadığı halde anladığını sananlar bir yanda çoğunluktadır, bir yanda da edebiyattan iyice anlamadığının, gününe yaraşan bir zevk oluşturamadığının bilincine varmaya başlayanlar, bunun için de yol yordam arayanlar vardır /II/58).
Edebiyattan Tat Almak: Bkz. Edebiyatçı Gözüyle Edebiyat.
Edebiyattın Canlı Yılları: Maksadımız bir görünümü saptamaktır. Şöyle bir hatırlarsak, 5-10 yıl önce durum böyle değildir hiç. Dergiler, yazarlar, okuyucular aktif birer varlıktı. Birlikte yaşamanın olumlu gerilimi içinde işlerine koyulmuşlardı. Kısacası, çok canlı idi edebiyatımız (II/13).
Eleştirel Yapıt Gereksinimi: Yaratılmış edebiyat ürünlerinin daha güzel anlaşılması ve sevilmesi, edebiyat zevkinin daha incelmesi ve çağa uygun bir yere oturtulması için, ortaya, yaratılmış yapıttan çok, eleştirel yapıt koymaya gerekseme vardır (II/60). Bkz. Edebiyattan Anlamak; Çağdaş Yapıtlar.
Eleştirmenin Tarihi: Bkz. Ataç, Nurullah.
Evrensel Çevrin (Context of Universe): Şair her şeyden önce evrensel çevrin içindedir ve onun bir parçasıdır. Öteki bireyler de böyle olduğuna ve uygarlıklarını birlikte yarattıklarına göre, şairin bu uygarlığa olan bağlantısı oaranında şiiri evrensel çevrine bağlantılanacak demektir (I/164).
Güzel Yapıt: Bkz. Kaynak Yapıt.
İcrayı Sanat Üzre Yazılmış Yapıt: Bir yapıt rötuşlar yapa yapa, kelimelerin üzerinde oynaya oynaya (buna işçilik denir ha!) değerce yükseltilemiyor. Yükseltiliyor sanılıyorsa, o bence “icrayı sanat üzre” yazılmış bir yapıttır (II/112).
İstengen Şiir: Şiir (..), okuyucunun egemenliğini sıfıra indirmeyen, okuyucu (miktarı çok az olabilir) ile yazar arasında ortak bir anlayış kurmaya çalışan (bunu şair sırasında okuyucuyu eğiterek yapar), en az kelimenin egemenliği kadar bir yazar-okuyucu egemenlik bütününe önem veren bir şiirin en istengen şiir olacağına hükmedilebilir (I/170). Bkz. Yeni Şiir.
İstiare: İstiare, bir kelimenin (kavramın) yerine rastgele bir kelime kullanmak demek değildir. İstiarenin tutunabilmesi için “tutması”, benimsenmesi, bunu için millet dilinin bünyesine, ana dili duygusuna uygun düşmesi şarttır (I/172). Bkz. Dili Yüceltmek.
İşini Bilmeyen Şair: Elindeki özlere bakmadan şu ya da bu şekilde bir biçim kullanmaya önceden karar veren şair, işini bilmiyor demektir (I/125).
İyi Edebiyatçı: En iyi edebiyatçılar, bilinen kurallarla oyna
Maktan çok, oynarken kurallar kurup bunları öteki oyunculara da kabul ettiren kimselerdir (II/108).
İyi Şair: İyi şairler, yalnız değişmenin vaktini bilmekle, bulmakla kalmazlar, değişmenin ancak değiştirmekle dengelenebileceğini de bilirler. Yenilik bayraklarını açmaları, yenilik kavgalarına girmeleri bundandır (II/91). Bkz. Şair.
Kaynak-Yapıt: Güzel yapıt heyecan verir, eğlendirir, sevdirir. Kaynak yapıtın yaptığı ise, daha çok, hayal gücünü arttırmak, güzelle çirkini ayırma yetimizi güçlendirmektir (II/20).
Kaynak-yapıtlar içine dün yazılmış olup da önde gelen “eleştirel” yapıtlar da sokulabilir. Bu yapıtlardaki düşüncelere doğrudur gözüyle bakmadan, tersine, çoğu bugün geçmezdir diye önceden bilerek, eğilmemiz, kaynak olarak hangilerinden yararlanabileceğimiz, bizi her zaman bekleyen bir sorudur. Günümüzde ortaya atılabilecek pek çok sayıdaki eleştirel düşünceler arasında yitmemek, onların daha saygın olmalarını seçebilmek ancak kaynaklardan çıkış yapmakla, ya da onlara eğilmekle mümkün olabilir (II/21).
Daha önceki ürünler –“Klasik” adını da almış olsalar- bütünüyle iyi olamaz, çoğu bölümleriyle, çekimsiz teknikleriyle insanı rahatsız eder. Ama onlarda bugün de bize iyi gelebilenb, ya da bugünkü zevk ve anlayışımızı, hayal gücümüzü, yaratma gücümnüzü geliştirmeye yarayabilecek bir kesim, bir yön, bir bakış, bir teknik ya da özellik bulunabilir. İşte böyle yapıtlar “kaynak yapıt”tır, edebiyatın vazgeçilmez öğelerinden sayılır bunlar da (II/76).
Kelimelerin biçimi: Bir şair kelimeleri seçer de yerine koyar. Seçmesini ne kadar iyi yapabilirse şiirinin başarı ihtimali o kadar artar. Kelimelerini seçildiğihazine millet dilidir, daha doğrusu o güne kadar şiirde kullanılagelen kelimeler hazinesidir. Her şair bu hazineden faydalanmakla beraber bazı kelimeleri başka kelimelere tercih eder, bazı kelimeleri ötekilerden fazla kullanır. Bu ona kendisini öteki şairlerden ayıran bir deyiş özelliği (üslup) kazandırır, etkililik niteliği verir (I/141). Bkz. Biçim; Yenici Olmak.
Klişe Şair: Bkz. Klişe Unsurlar.
Klişe Unsurlar: Her çağın dünden devraldığı şiirde az ya da çok sayıda klişe unsur vardır. Bu ölü unsurlara rağmen şair bir şey iletmeye çalışır. Fakat klişe unsur fazlalaşırsa, şairin özgürlüğü ve dolayısıyla başarı ihtimali azalır. Şair devraldığı şiirde klişe unsurun ne kadar baskın olduğunu hissediyorsa, bu unsurun kendi özgürlüğünü ne kadar tehlikeye koyduğundan ne kadar endişe ediyorsa, o kadar yeni bir dil aramaya, o kadar deformasyon yapmaya kayar. Fakat aşırı bir deformasyona kaymak da tehlikelidir. Çünkü bu onu bir kaosa götürebilir (I/149).
Şiir için klişe unsurların başlıca yeri ve şekli belli olan ayaklar tekrarlamalar, kalıplaşmış sıfatlandırma ve deyimlemelerdir. Bu klişelerden kurulmuş dil yerine yeni bir şive getirmek istemeyen şaire “çağının şairi” denemez. Klişe dili kullanan şaire klişe şair, onu daha inceltmeye çalışan şaire “decadent” şair denilebilir (I/149).
Milletinin dilini arıtan kimse onu yüceltmiş olur. Dili arıtmak demek onu “klişelerden” kurtarmak demektir. Klişeleimiş bir dille şiir yazmak çok kolaydır. Etrafınıza bakınız yüzlercesini göreceksiniz. (..) Dil, bir yandan klişelerek, bir yandan da klişelerden arınarak canlılığını korur. (..) Dili asıl yüceltenler, ona “kalıcı” tazelikler kazandıranlardır. Bunlar hemen hemen hiç dökülmeyen, dilin içine işleyin onu eti ve kemiği olabilen yeniliklerdir (I/171).
Mesaj: Bkz. Şairin İletmek İstediği Şey.
Metin, Edebiyat Metni: Metinler olmasa edebiyat olmaz, önce metin okumak, onlarla yaşamak şarttır edebiyattan anlamak için. Ama bu iki uğraşa, edebiyat tarihi ve eleştirmesine yabancı kalırsak, onlara gereken önemi vermezsek, metinler bizi pek fazla bir yere götürmez (II/57). Bkz. Edebiyattan Anlamak.
Mutlu Azınlık: Bkz. Okuyucu.
Niyet: Yazarın çeşitli vasıtalar kullanarak amacına erişmesinde işe karıştırdığı bilinçsel bir unsurdur, diyebiliriz. (..) Yalnız şiirde değil başka yazı türlerinde de bir niyet, bir maksat ve bir amaç vardır. Ama bunlar estetik değildir. Bir yükün estetik olması ancak amacın ve üslubun estetik olmasıyla mümkün olabilir (I/137).
Bir yazarın niyetinin ne olduğu her zaman anlaşılamayacağından, yapıta niyet dışı, bilinç dışı unsurlar dakarışabileceğinden, bu yol çalışmaların alanı daralmış oluyor. Belki en iyisi, niyet-amaç tutumunu bir yana bırakıp öz ile biçimin, birbirine yeter olup olmadığını araştırmaktır (I/137).
Nominalist Şiir Tipi: Burada bir şiirsel potansiyelin ağır basması ana olay değildir, bu potansiyel bulunmayabilir de. Onun yerine “bitmiş bir şiir” veya yazış anında “kelimelerin (dilin getirdiği bir şiirsel potansiyel” vardır. Elimizde (kafamızda) bitmiş olarak bulunan, fakat (örneğin bize modası geçmiş gibi göründüğü için) beğenmediğimiz bir şiirin, şu veya bu kelimesini mekanik bir şekilde değiştirerek; ya da aklımıza ilk gelen bir söz dizisine aynı mekanik uygulamayı yaparak, bize kendisini beğendirebilecek “yeni” bir şiir terkibine varabiliriz. Nominalist şiirle realist şiir arasındaki başlıca ayrıtlı, denilebilir ki şudur: birincisi ortaya bir yük koyar; bu yük önceden hiç belli değildir. İkincisi ortaya bir yük koyar: bu yük az ya da çok önceden bellidir (I/175, 176). Bkz. Realist Şiir Tipi.
Okursal Çevrin: Anlamlar nasıl metinsel çevrinlere göre değişiyorsa, biçimler de okurdan kurulmuş çevre ile değişebilir. Yani biçimlerin değişmesine sebep olan şey yalnız anlamların değişmesi değildir. Bir de okuyucunun niteliği burada işe karışır. Buna “okursal çevrin” de denebilir (I/130). Bkz. Çevrinsel Anlam (context).
Okuyucu: Öteden beri “Okuyucu! Okuyucu!” denir. “Azdır, çoğaltalım” denir. “Onu kazanalım” denir. Kutsaldır bütün bu istekler, onları destekliyoruz, ama bizimki başka. Benim dediğim, okuyucuyu çoğaltmaktan çok, yeniden bir başka türlü yaratmak. “Günü” kurtarmak için okuyucuya seslenmek yerine, köklere inip onu yeni bir yörüngeye oturtmak, onu “kuşak olarak” kurtarmak. “Edebiyatımızı” var kılmak (II/24).
Neye alışmışsa o türlü yazıları arar, onlardan hoşlanır. Sazındaki tek tel ona fazlasıyla yeter. Bir yandan şair, bir yandan eleştirmen onu değiştirmeye çalışsa da onda istidat olmadıkça sonuş değişmez. İstidatlı olanlar ise, karşımıza bir gün şair ya da eleştirmen olarak çıkar. Çıkmazsa adına “mutlu azınlık” denir (II/90).
Okuyucuyu Eğitmek: Bkz. İstengen Şiir.
Oyun-Edebiyat: Bkz. İyi Edebiyatçı. İcrayı Sanat Üzre Yazılmış Yapıt.
Öz: Öz çeşitleri sayıca sınırlıdır. Öyle iken bunlar bir biçime bürünüp iç öz haline geldiler mi özellik, çeşitlilik kazanırlar. Her şairin iç özler yaratmasından kazandığı bir kişiliği vardır. Bu kişiliğin bir köşesi ise okuyucuya uzanır. Yalnız kendisi için yazan, kafasında tasarladığı, y da özlemini duyduğu bir okuyucusu olmayan şair, bizim tutumumuzdaki varsayımlar çevresi içinde, iyi şair sayılmaz (I/131). Bkz. Öz-Biçim, Şiirde; Yalnız Kendisi İçin Yazan Şair.
Öz-Biçim, Şiirde: Şiiri öz ve biçim açısından ele almanın sağlam bir şiir anlayışına varmamızı kolaylaştırmaktan çok güçleştirdiği kanısındayım (I/119).
Şiir, kendisinden “önce” gelen bazı şeylerle kendisinden “sonra” gelen bazı şeyler arasında yer alan bir varlıktır. Bu yer alışta şiir, öncesine ve sonrasına öyle kaynaşmıştır ki, nerede başlar nerede biter, her zaman belli olmaz. Yani şiir dediğimiz şey öz ve biçim birliğinden büyük de olabilir, küçük de (I/120).
Biçim değiştikçe özün de değişeceğini savunmak, bizce ancak özün dar anlamda alınması ile mümkün olabilir: Öz deyince hatıra anlam geliyor. Anlam deyince de, o anlaşılabilen ussal, zihinsel anlam, ya da usu aşan duygusal-duyusal anlam kastedilmiş oluyor. Böyle bir dar anlam anlayışında gözden kaçan şey çevrinsel anlam dediğimiz şey oluyor ki, bu bizce anlamın üçüncü boyutudur ve onsuz ne öz ne de biçim düşünülemez (I/129, 130). Bkz. Çevrinsel Anlam; Edebiyatsal Biçimler; Biçim.
Öznellik: Eleştirme, özneli, elden geldiğince saf dışı etmeli, ama onun büyüyüp gelişmesine de bir yandan zemin hazırlamalıdır. Türlü türlü, inceden inceye özneller olmazsa edebiyat anlayışı, sezgisi olmaz. Tabii, “sapık1 ya da “kaprisli” öznelleri söz dışı bırakıyorum (II/68).
Primitiv Duyusal Yön: “Organik” karşın (resporse), dilin gelişim tarihinde, ussal yargı ve hareketten önce gelir. Yani söylenen bir sözün karşılık bulması, maksadına varması dinleyicinin söylenen şeyi ussal olarak anlaması ile değil, ona primitiv ve organik bir karşılıkta, karşısında bulunması ile, ona karşı büyüsel bir harekete geçmesiyle mümkün olabilir. Bu primitiv duyusal yön şimdiki insan kulağında da şu ya da bu türlü yaşamakta olduğundan, bugün de ussal olmayan söz dizilerinden etki duyabiliyoruz (I/144). Büyüsel Etki; Primitiv Yanımıza Seslenen Şiir.
Primitiv Yanımıza Seslenen Şiir: Duyusal faaliyetlerimizin anlatımında(..), normal gramersel biçimlerin çok defa değişikliğe uğratıldığı görülür. Bu değişiklik bazen o kadar aşırı olur ki kelimelerin dizilişi size hiçbir ussal anlam iletmez, fakat yine de üzerinizde bir etki yapar: eğer bu kelimeler dizisi duyusal bakımdan yüklü ise, ya da hayvansal, primitiv yanınıza sesleniyorsa (I/143). Bkz. Şiirdeki Sintaks Biçimi; Primitiv Duyusal Yön.
Rastlantı Şiirleri: Bkz. Edebiyatsal Biçimler.
Realist Şiir Tipi: Realist şair şiirini bir potansiyel itmesi ile yaratmasına karşılık, nominalist şair şiirini imal eder. Realist şair izlenim, zekâ ve sezgi yolları ile bulduğu (sezdiği) bir gerçeği (yükü), muhayyilesinin de yardımı ile, bir dile büründürmeye çalışır. Nominalist şair ise, yükten dile değil, dilden yüke gider ve dil üzerinde oynamalar, zorlamalar yapmak suretiyle (yeni) gerçeklere varmak amacını güder (I/176). Bkz. Nominalist Şiir Tipi.
Ritim: Yazı dilinde ses yoksa da, ritim vardır. Şiirin ritmini ton –sesin bir kolu- diye kabul edersek önemi kendiliğinden anlaşılır (I/139, 140).
Sanatçının Özgürlüğü: Sanatçını özgürlüğü aldatıcıdır. Daha doğrusu, sanatçının özgürlüğü yapıtını yaratıncaya kadardır. Hangi yapıtların kimlere nasıl okutulacağını, hangi yazarlar üzerinde nasıl durulacağını takdir işi sanatçılara değil eleştirmenlere, edebiyat tarihçilerine, ya da benzerlerine kalmıştır (II/40).
Ses Şiiri: Kelimeleri tuğla gibi, dama taşı gibi değiştirerek yaratmak mümkün ise de bu ancak rastlantı ile olabilir. Rastlantı ile şiir olan şey ise, bir bakıma Çevrinsel boyutu hesaba katmıyor demektir. Bu boyut hesaba katılmadıkça da yapılan şeyin soyut ya da anlaşılmaz kelimeler dizisi, kelimler pıhtısı olması, mekanik bir sürrealizm ya da dadaizm’den ileri geçememesi, sadece bir ses şiiri olması ihtimali çok olur. Hatırlayalım ki her şiir biraz da okuyucuyu hazırlamakla şiir olur (I/133).
Sintaks Biçimi: Kelimelerin diziliş biçimi (..). Yazı dilinde kelimeleri gramer kurallarına göre yan yana diziyoruz. Şiirde bu kuralların azçok göze alınmadığı doğru ise de bu kuralların ötedenberi şiire uygulanışı sonucu şiir için özel sintaks biçimlerinin oluştuğu da söylenebilir. (..) Şiirdeki sintaks biçimi duygusunu şairler dündenberi gelen şiirleri okuyarak edinirler (I/141). Bkz. Biçim; Edebiyatsal Biçimler; Öz, Öz-Biçim, Şiirde.
Söyleyecek Şeyi Olmayan Şair Olamaz: Bir düşünç ve duyarlılık seviyesine ulaşmış herkesin söyleyecek şeyi vardır. Marifet bu şeylere malik olmak değil, onları ön-özlükten kurtarıp şiirsel bir iç öz haline getirmektir. Bu iş ise özler tarafından yapılabilecek şeyler değildir (I/123). Bkz. Öz-Biçim, Şiirde.
Stylistics: Bkz. Duyusal-Duygusal Yük.
Sürrealist Şiir: Bkz. Bir Şey Söylemeyen Şiir.
Şair : Ta eski çağlardan beri şiir tipinde, şiir yazılmaya başlanmazdan önce insan ruhunda potansiyel halde bir şiir enerjisinin bulunduğu ve bu enerjinin bir ucunun ağırlığını, basıncını, daha fazla duyurduğu görülür. Şair, kıpırdamaya başlayan bu potansiyel enerjiyi (yükü) ışığa çıkarabilen, dile büründürebilen bir kimsedir (I/174, 175). Bkz. Şiir Enerjisi.
Şair, hem değişen hem de değiştiren kimsedir. Değiştirebilen şaire iyi şair denir. Fakat değişmeyen, hiç değilse “değişik” olmayan şair değiştiremez. Onun Tanrıdan ayrılığı da buradadır: O, bencil değildir, kendini değiştirmeden başkalarını değiştirmek gibi bir davranışın peşinde koşmaz (II/90). Bkz. İyi Şair.
Şiiri, okuyucu gibi değil de şair gibi yaratan tutumları daha saygın bulmaktayız (I/177). Bkz. Realist Şiir Tipi.
İyi şair şiirin içinde ne var dışında ne var iyi bilir. Ya da hisseder. O, biçime önem vermez. Öze de önem vermez. Bu ikisinin ilintilerine önem verir. Ayrıca, ona göre şiir denen varlık, öz ve biçim toplamından fazla da olabilir az da (I/119). Bkz. Öz-Biçim, Şiirde; Şiir.
Şair deyince hiçbir işbirliğine ve işbölümüne girmeyen insanı anlıyorum. Toplumun en çok göze batan özellikleri, işbölümü ve işbirliğine dayanmasıdır. Bu bakımdan ele alınırsa şair, toplumdışı bir varlıktır (II/87).
Şair, kendi özel gerçeklerini şiir mantığına göre kuran kimsedir. Dünü bugününden, bu anı öteki anından farklı olduğu için bu gerçekler de ayrılık gösterir. Fakat bunlar rastgele de değildir (II/88, 89). Bkz. Şiir Mantığı.
Çocuklar, deliler ve mirasyediler bir yana bırakılırsa, toplumda hepimiz az çok sorumluyuz. Ama şair kadar sorumsuz olan yok içimizde. Hatta şair sorumsuzdur. Bu bakımdan da şair toplum dışı bir varlık durumundadır (II/88).
Şairler, öğrenmesini pek bilmeyen, öğretmekten yana da çok daha beceriksiz olan kimselerdir. Buna karşılık, onlar iyi yontucudurlar: Her ne kadar kendileri yontulamazlarda da (II/99).
Şairler kadar davranışları dengesiz, görgüleri yontulmaya muhtaç kimse bulunmaz belki. Üstelik onlar kendi kendilerini de yontmazlar. İşin garibi şu ki, onlar çok iyi yontucudurlar. Bunu şiirleri ile yaparlar (II/100).
Şairin İletmek İstediği Şey: Şiirin okuyucusu eski şiire ne kadar alışık ise, onu ne kadar benimsiyorsa, yeni şiiri anlamaya karşı o kadar mukavemet göstermesi beklenir. Bu mukavemeti yenmenin çaresi, şairin iletmek istediği şeyi tekrarlamasıdır. Tekrarlamanın (..) klişe haline düşmemesi için yeri belirli olmayan bir tipte olması şarttır. Ayrıca anlatılanın tıpkısını tekrarlamaktan çok ona benzer “varyasyonlu” tekrarlara gitmek daha iyi sonuç verebilir. Ama bu çok büyük varyasyonlara gidilmesi de tehlikeli olabilir. Çünkü bu, alıcının şairce kullanılan deyiş şekline, şiveye, alışmasını güçleştirebilir (I/150).
Şairin iletmek istediği şeyin önemsel olması şarttır. Önemsel olmayan bir şeyin tekrarlanması onun gürültüye eşit olmasından başka bir sonuç vermez.
Şiir: Şiir, kendisinden “önce” gelen bazı şeylerle kendisinden “sonra” gelen bazı şeyler arasında yer alan bir varlıktır (I/120). Bkz. Öz-Biçim, Şiirde.
Şiir biraz da okuyucu hazırlamakla şiir olur. Hazırlamak demek okuyucuya bir şey umdurup buldurmak demektir (I/133).
Şiir olmazsa toplumun toplumsallığı zedelenmez diyorum (II/87). Bkz. Şair.
Görgü eğitimini en çok sağlayan nesne şiirdir, sanatlardır (II/99).
Şiir Enerjisi: Ta eski çağlardan beri şiir tipinde, şiir yazılmaya başlanmazdan önce insan ruhunda potansiyel halde bir şiir enerjisinin bulunduğu ve bu enerjinin bir ucunun ağırlığını, basıncını, daha fazla duyurduğu görülür. Şair, kıpırdamaya başlayan bu potansiyel enerjiyi (yükü) ışığa çıkarabilen, dile büründürebilen bir kimsedir (I/174, 175). Bkz. Şair.
Şiir Kelimelerle Yapılır Sözünü Doğru Bulmamak: Ben “Şiir kelimelerle yapılır, kurartılarla değil” sözünü de doğru bulmuyorum. Biçim kelimelerin yan yana gelmesiyle kurulur ama, bir şeye, öze, dönük olarak kurulur. Özleri değiştirmeyen, onları şiirsel etmeye çalışmayan biçimler şiirsel değilidr. Ya nesirdir (ki bu hal özleri olduğu gibi devam ettiren biçimlere tekabül eder), ya da bir mukavemet pıhtısıdır (ki bu hal özle ilintisini kesmiş olan, bu yüzden de insansallığını yitirmiş olan biçimlere tekabül eder). Şair, biçimle istediği gibi oynayabilir. Oynamazsa onu işleyemez, işletemez, imkânlarını tartamaz. Ama bu çabasından, ön-özlere yüz vermediği, onlar uğruna çalıştığı oranda kazançlı çıkar(I/124-125).
Şiir Mantığı: Şairin şiirinde iç bağıntı vardır demek, şiire giren unsurlar, bir mantığa göre birbirini tutar şekilde bağlanmışlardır, demektir. İç mantık deyimini biraz somutlandırmak için bir misal vermek faydalı olabilir: Güneşi yuvarlak olatak ve insanları günlük yaşamda gördüğümüz gibi bize tanıtan bir şiir, rüzgâr sağdan esiyorsa dumanı da sağdan estirmek zorundadır (I/165). Bkz. Şiirin İç Düzeni.
Şiir Öğrenilir: Şiir öğretilmez, diye bir söz dolaşır ortada. Bu sözü dolaştıranlar, cevher yumurtlamış gibi, bir de kasılırlar (II/99).
Şairlere şiiri ilkin edebiyat kitapları öğretir (II/100).
Şairlere şiiri bir de şair arkadaşları, ağabeyleri öğretir. Editörler öğretir. Bu konuda yüreklendirmeler de öğretme yerine geçer. Pound olmasa idi Eliot bilmem şiiri böyle kestirmeden öğrenebilir miydi? (II/100).
Şiirdeki Biçim Değişikliği: Şiirdeki biçim değişikliği belki en çok dünkü şiirsel biçimlerin yetersizliğinin duyulması ile olur. Bu da ortaya çıkan yeni duyarılıkların, özlerin, yaşantıların, zorlamasıyla olur (I/144). Bkz. Deformation.
Yeni biçimler yaratmak yeni özler getirmek demek olmaz. Her yeni biçim yeni bir öz (iç-öz) getirebilir, fakat bu önemsel olmayabilir, hatta saçma, anlamsız olabilir. Yani şiirin getirdiği şey şu ya da bu tarzda anlamsal değilse, bizi etkilemiyorsa, gelen şey “yeni” de olsa saygın olmaz (I/145). Bkz. Yeni Şairler.
Deformasyona, çokluk, alışılandan usanma sonucu geçiyoruz (I/145).
“Kelimelerin macerasını, söz olarak, anlam olarak değerini bilmekte, taşıyabileceği yükleri ölçmekte” (Uyar) şair ne kadar başarı gösterirse, deformasyona gittiği takdirde başarı ihtimali o kadar yüksek olur (I/145).
Yalnız sessel etki yaratmak için de biçimleri deforme etmek yoluna giden şairler vardır. Bütün bunlara “formalism”, “poesie pure” “lettrism”, dadaism” gibi adlar verilmektedir (I/145, 146).
Şiirdeki Sintaks Biçimi: Şiirdeki sintaks biçimi duygusunu şairler dündenberi gelen şiirleri okuyarak edinirler. Şairlerin çoğu bu diziliş biçimlerine uyarak şiir yazarlar. Yalnız kimisi, diziliş biçimleri içinden bazılarına daha yakınlık gösterip, daha çok onları kullanır. Bu da ona bir deyiş özelliği (üslup), bir etkililik gücü kazandırır (I/141, 142).
Şiirin İç Düzeni: Şiirin iç düzeni yazılan ilk kelime ile başlar ve yalnız şiire özgü bir mantıkla gelişerek kurulur. Bu bakımdan şiir ile bir geometri teoremi arasında uzunboylu bir fark yoktur (I/165).
Şiirin İnsansallığı (Dehumanization): Bkz. Çevrinsel Anlam (context); Çevrinsel Boyut.
Şiirsel Şive (Poetical Idiom): Her çağın bir dil-özelliği, şivesi (idiom’u) vardır. O halde biçimler çağsal şiveye “uymak” zorunluluğundadırlar (I/154). Bkz. Klişe Unsurlar; Şairin İletmek İstediği Şey.
Şiirsel Yük (Şiir Eleştirisi ya da Şiirin Felsefesini Yapmak): Şiirsel yük (öz, iç öz) etkililik ve duygusallık seviyesinde üçüncü basamağı teşkil ediyor, bu basamakta dil, etkililik-deyimlilik bakımından en ağır halini alıyor (I/135). Bir dilsel deyimdeki şiirsel yükün incelenmesi ile uğraşan disipline eleştirme diyoruz. Şiirin felsefesini yapmak, üslubun incelenmesini yapmak da denilebilir (I/135). Bkz. Deyimlerin Olgularını Öz Olarak İncelemek.
Şiirsel Yük Taşıyan Deyimler: Duyusal-duygusal yük taşıyan deyimler, halkın malıdır, dünden gelen deyimlerin günün yaşantılarına uydurulmuş halidir. (..) Şiirsel yük taşıyan deyimler ise her şeyden önce şiirsel bir üründür. O kadar ki her yazarın ayrı bir deyimlemesi, üslubu vardır diyebiliriz. Yalnız, şüphe yok ki, böyle bir kişisellikten ileri gelen her deyimin şiirsel olması gerekmez. Kişisel deyimlemelerin şiir olup olmamamsı, dünden gelen şiir eğrisine organik bir ilinti gösterip göstermemesine de bağlıdır (I/136, 137).Bkz. Deyimlerin Olgularını Öz Olarak İncelemek.
Şimdiki Şairler: Bugünkü şiirle biraz ilgisi olanlar görmüşlerdir ki şimdiki şairlerin büyük bir kısmı karşımıza dünkülerine benzemeyen, dünkülerini bozan “yeni” kuruluş biçimleri ile çıkıyorlar. Bunun bir sebebi, anlatmak istedikleri özlerin yenilik ve inceliklerinin hakkını verebilmek, onları daha etkili bir biçimde anlatılmamak kaygısıdır (I/141). Bkz. Yeni Şiir; Çağının Şairi; Edebiyattan Anlamak.
Tekrar, Tekrarlama: Bkz. Şairin İletmek İstediği Şey; Klişe Unsurlar.
Toplamsal Anlam: Biçim, ana ve yardımcı kelimelerin yan yana gelmesiyle kurulur. Her kelimenin bir anlamı, bir görevi olduğuna göre, yan yana gelen anlamların kurduğu bir toplam anlam vardır. Birlikte bir bütün kuran bir kelimeler dizisinde bir kelimenin birden çok anlamı tol alabiliyorsa, toplamsan anlam da birden çok olabilir (I/127).
Toplumdışı Varlık(lar): Bkz. Şair.
Uygarlık ve Edebiyat: Bkz. Çağdaş Olmak, Çağdaşlık; Edebiyat, Kurulan Şey.
Yalnız Kendisi İçin Yazan Şair: Yalnız kendisi için yazan, kafasında tasarladığı, y da özlemini duyduğu bir okuyucusu olmayan şair, bizim tutumumuzdaki varsayımlar çevresi içinde, iyi şair sayılmaz (I/131).
Yeni Şairler: Yeni diziliş biçimleri ile ortaya çıkan “yeni şairler” vardır. Bunların yaptığı, eski diziliş biçimlerini zorlamak, bozmak, deforme etmektir. O.Rifat’taki gibi “anlamı şarta bağlı” deformasyonlar ile en çok E. Ayhan’da rastlanan “global” deformasyonlar da sintaks biçimi başlığı altında ele alınabilirler (I/142). Bkz. Şiirdeki Sintaks.
Yeni Şiir: Şair istediği istemediği her şeyi yazabilir, yazarken her mantığı kullanabilir, yeter ki yazdığını okuyucuya iletebilecek yolu, tekniği bulsun. Bizce, yeni şiirimizin imtihanı da burada (I/166). Bkz. İstengen Şiir.
Yeni Şiirin Niteliği: Yeni şiirin ağır basan bir niteliği araştırmacılık olduğundan, gelişmenin ardı gelmiyor. Bu yüzden yeni şiir üzerinde konuşmak güç oluyor (I/132).
Yenici Olmak: Etkililik niteliği bir de “yenici olmak” suretiyle kazanılabilir. Bunların da çeşitleri vardır: (a) O güne kadar şiirde kullanılmayan, kullanılmaktan kaçınılan kelimeleri şiire sokmak. Bunlar ayop kelimeler olabileceği gibi, sesçe çirkin, ağızdan çıkması güç kelimler de olabilir. (b) Yeni kelimeler türetmek. (..) (c) Kullanılagelen kelimelerin biçimini bozarak yeni kelimeler yapmak, deformasyona gitmek (I/141). Bkz. Biçim. Kelimelerin Biçimi; Biçimde Değişiklik Yapmak.
Yenide Özlenen: Yeninin gelişip yayılması, sonra da daha başka bir yeniye çıkış noktası hazırlayacak kadar olgunluk ve kişilik kaznması: budur özlenen (II/80).
Yenilik Kavgası: Bkz. İyi Şiar.
Yük (Öz): Yük veya öz deyince anlam, kavram, kurartı, tasartı, olgu, yaşantı, ruh hali gibi unsurlar giriyor. Buna bazı hallerde “gerçek” de denilebilir (I/173).
Yükün Estetik Olması: Bkz. Niyet.
Zihinsel Yük: Zihinsel yük, yani düşünç ya da kurartı, nesneler, kavramlar ve durumlar arasındaki mantıksal ilişkileri ortaya koyan ve duyusal-duygusal boyutu sıfır olan akılsal bir üründür (I/134). Bkz. Deyimlerin Olgularını Yüz Olarak İncelemek.
—
(*) Bu sözlükçe, Hüseyin Çöntürk’ün Çağının Eleştirisi Deneme-Eleştiri (YKY yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Ocak 2006) adlı kitaptan alıntılanarak hazırlanmıştır (YKY yayınları,1.Baskı, İstanbul, Ocak 2006). Bu haliyle tamamlanmış değildir.
(**)Madde sonlarında parantez içerisinde belirtilen sayılardan ilki (Romen rakamı ile yazılan) Çağını Eleştirisi adlı kitabın cildini, diğer sayı ise sayfa numarasını belirtir.