Modernlik, günün geleneğini-bu her ne olursa olsun-değiştiren polemikçi bir gelenektir, ancak kısa bir süre sonra yerini, gene modernliğin anlık bir tezahürü olan bir başka geleneğe bırakır. Modernlik hiçbir zaman kendisi değildir; o her zaman öteki’dir. Modern olanın ayırt edici özelliği, yalnızca yenilik değil, ötekiliktir. (Octavio Paz, Çamurdan Doğanlar)
Category Archives: Kategorilenmemiş
Ali Bulaç’ın Vehmi
Ali Bulaç Zaman gazetesindeki üç yazısında(1, 2, 3) edebiyata olan uzaklığını güzel bir şekilde ortaya koyuyor. Bulaç, İslami alandaki bilgisel duruşuyla, edebiyatın kendi doğasına ait özellikleri, gelişimini, bugünkü dünyasını kavramaktan ne kadar uzak olduğunu, modern edebiyatın doğasını oluşturan krizi ‘vehim’le ifade ederek gösteriyor. Hem bu vehim suçlamasını Kuran’dan alıntıyla destekliyor. Desteklemek ne demek, edebiyatçıların üzerine balyozla ayeti indiriyor. Gazetedeki ifadeler Ali Bulaç’ın modern edebiyatan ne kadar kopuk olduğunu gösteriyor. İnsanın çıkmazda olduğunu, dolayısıyla edebiyatın da çıkmazda olduğunu görmemiyor. Bu yazı aynı zamanda Türkiye’deki belli bir kesimin(islamcıların bir kısmı) modern edebiyata bakışını sergilemesi açısından da dikkate değer. Edebiyat anlayışı modern öncesinde kalmış insanların söylemini oluşturan yazı İslamcı bir aydının ve temsil ettiği kesimin bugünü anlamakta ne kadar aciz olduğunu ortaya koyuyor.
Şiir ve Diyalektik Materyalizm ve İnanç
Şiir ve Diyalektik Materyalizm ve İnanç Diyalektik materyalizmin şiirle anlaşamayacağını düşündüm. Çünkü materyalizm, idealizm felsefesiyle taban tabana zıttır. Bu felsefeyle anlatmak istediğim şey: “inanç”, salt dini inanç değil ama. Şiiri kuran, onu yaşatan yegane mesele olan inanç. Şiir, kırda açılan bir çiçek ve insanların merhamet duygusu arasında ilgi kurar.* Şiir, cins bir saksı çiçeğinin ancak mutlu ve huzurlu bir aile ortamında gönlünce açıp, tomurcuk verebileceğine inanmaktır. Diyalektik materyalizm bu duruma uzaktan bakar. Hatta görmez. Açıklayamadığı için yoksayar. Şiir; inancın, duygunun, metafizik dalga boylarıyla ilişki halindedir. İnanan insan görmediği şeyleri hissederek ve yüce bir duygunun yamaçlarında dolaşarak yaşar. – Şiir nerede durur? Durmaz. – Şiir, maddenin madeni haline seslenmez. – Materyalizm ‘şairane’ yi anlayamaz. – Şiir, bulutun tarlaya duyduğu sempatiyle açıklar yağmuru. Şiir böyle bir şeydir. İdealist ve hassas. – Diyalektik nerede durur? Diyalektik meteorolojidir. * “Gelincikler, papatyalar açtıysa, senin sevgine, merhametine güvenip de açtı” (Servet Gürbüz)
(Aralık dergisinin 17. sayısında (2004 haziran-temmuz-ağustos) yayımlanmıştır. )
Televizyon İnsana Düşman
Televizyon İnsana Düşman:Televizyon diğer kitle iletişim araçlarına mikyasla tüketim kültürünü empoze eden vasıtaların en yaygını.Arızi, kullanıldığı alanlarda değerler örgüsünü yoksayan, bozan, dönüştüren, değiştiren, hatta yeniden oluşturan bir yapısı var.Görüntü ve ses özelliğiyle bilgi kaynaklı bir donanım olması, yaratılmışlar arasında yalnızca insanı merkeze almasıyla da açıklanabilir.İnsani özün zihin aracılığıyla gündelik yaşamda kılıktan kılığa girebilmesinin remizi,bir çeşit yanılsama. Tekniğin getirdiği, çağrıştırdığı imkan ve olasılıkların sahte bir sahiplik Continue reading
Genç Kuşağın Önemli Şairlerinden MUHAMMET ESAT EROĞLU vefat etti
Kertenkele dergisi kurucularından Muhammet Esat Eroğlu 23 Mayıs 2006 sabahı 07.30 sıralarında kendi kullandığı özel aracı ile elim bir trafik kazası sonucu İstanbul’da vefat etti. 1975 Trabzon doğumlu ve KTÜ. Psikolojik Danışma ve Rehberlik bölümü mezunu olan Eroğlu özel bir dershanede çalışıyordu. Yayınına bir süre ara verdikleri Kertenkele dergisini arkadaşları ile yeniden çıkarmaya başlayan Muhammet Esat Eroğlu aynı zamanda Yedi İklim, Düşçınarı, KitapHaber ve MerdivenŞiir gibi dergilerde de yazı ve şiirlerini yayınlamıştı. 24 Mayıs günü ikindi vakti şair ve yazar arkadaşlarının da katıldığı cenaze töreni ile Trabzon / Arsin’deki köyüne defnedilen şaire Allah’tan rahmet diliyoruz. “ yabanın gidip gelmesi bulandırır üstündeki tülü hayal ediyorum yaşadığımız gerçeğin gereğini ey tablet duygusu esenlik dindiren zengin acı kovulduğun yerden erinçle salındı yüzün üstümde parşömenin dudakları filida’nın şermin’in birikiyor şehir buzulları arasında yalpalanarak sıtmanın kalıyor teatraları bulan zazalar haber alınamayarak yüksek burçlar inşa etti havva adım atan yangın yerinde konuk kimdir üç aşırı adamdan başka; musa turhan, zekeriya ertürk, hasan tahsin …………” Muhammet Esat Eroğlu. İçi Ruh Dolu Bir Çarşı-III. Kertenkele dergisi. Mayıs-Temmuz 2006. Sayı 10
Bir Modernite Söylemi mi? ‘Bizde Eleştiri Yok’
Batılılaşma virüsünün yarımada sınırlarının dışına taştığı zamanlarda, başşehrimizde, peydahlanmış olmalı bu söylem: Bizde eleştiri yok. Başlangıçta niyet iyi kabul edilse bile sonrası malûm bu hikâyenin. ‘Hiç mi?’ diye soran çıkmaz meselâ. ‘Hiç mi?” diye bir soruyu sorudan saymak dâhi kâbil değilken hatta. Continue reading
Eğitimde Batıl İnançlar
Vedat Eğilmez
Gerçekte, eğitimimizi mahvetmeyi hedef alan, görünüşte ise onu kurtaracak yegâne formülmüş gibi algılanan bir takım boş inançlara sahibiz Türk toplumu olarak. Bunların nereden ithal edildikleri ve amaçlarının neler oldukları ayrıca araştırılması gereken birer konu olduğundan burada bahis konusu etmeyeceğim. Bu yazıda bu inançların neden batıl oldukları üzerine düşüncelerimi söyleyeceğim sadece. Bilmek, her hangi bir konuda etraflıca malumat sahibi olmak demektir. Bilgileri hafızanızda tuttuğunuz zaman o konuyu biliyorsunuz demektir. Eğer unutursanız o konuyu bilmediğiniz zamana geri dönersiniz. Demek ki bilgilenmek, malumat toplamak ve onları hafızada saklamakla mümkün olan bir süreç. Ezberci eğitime karşı olmak bu anlamda eğitimimizi törpüler inancındayım. Malumat edinme ve onları akılda tutmaya karşı olmak bir eğitimci olarak yaptığım işi inkar etmem anlamına gelir. Karşılığında yüceltmemiz beklenilen değer ise; yorum. Birbirlerini yok eden iki kavrammış gibi sunulur dikkat ederseniz her dile getirildiğinde. Bir bilgiyi ezberlediğinizde ilişkili konularda yorum yapma yeteneğimi kaybediyorum, kim diyebilir merak ediyorum. Ezberimde olduğu için düşünemem sadece olduğu gibi söylerim, çok ezber yaptığım için artık yorum yapma yetim yok, gibi sözler hiçte savunulacak kadar mantıklı görünmüyorlar bana açıkçası. Hafızanız ne kadar güçlüyse, yorumunuz da o kadar kısır olur düşüncesine inanmak, bence, at nalının uğur getireceğine inanmaktan daha mantıklı değil. İkinci değerlendireceğim boş inanç ise hızlı okumanın çok faydalı bir şey olduğu kanısıdır. Bu inancın ezber konusundaki inançla ayni türden olduğunu, hatta aynı memleketten ihraç edilmiş kardeş düşünceler olduğu belli. Ezber yoksa yavaş ve dikkatli okumanın da bir anlamı yok, değil mi. Kendisine has birtakım tekniklerle okunan metnin neyden bahsettiğini anlayacak kadar fikir edinme, bir takım intibalarla kısa süre sonra yazıdan doğrulma okumak demek değildir. Bir yazıdan alabileceğimiz bir sürü nimet varken bunlardan sadece konusunun ne olduğuna talip olmak, her hangi bir mesele hakkında bilgi sahibi olmak gibi bir külfet altına girmektense sadece haberdar olmak gibi bir kolaylığı seçmek elbette Osmanlı’yı da yıkar Amerika’yı da. Hızlı okuma tekniklerini kullanarak okuduğumuz bir metinde göz ardı ettiğimiz hususlara batkımızda şunları görürüz: edebi nitelik yani sanat, yazarının aktarmaya çalıştığı duygu ve duyuş, düşünme üslubu ve ifade çeşitliliği. Bunlardan hangisi feda edilmeye değer sizce? İhraç edildiği yerlerde sadece okumaya pek vakti olmayan, gazete haberleri gibi anlaşılma açısından değersiz metinleri okumada politikacılarından ve ajanlarından yüz bulan teknikleri fuzuli itibarla onurlandırmak öyle zannediyorum ki yalnız bize ait bir özellik.
Şiir Ne Şair Kim
“Kendilerini Tanrı sanıyorlar.. ama satıyorlar da.. yaşam herkes için çok zor.” -A.Camus- Yukarıdaki epigraf bizim yüklediğimiz anlamıyla kültür endüstrisinin lokal bir çözümlemesi olarak algılanmamalı.Hatta böyle bir mekanizmanın işlerliğinden bahis açabilmek bile Donkişotvari bir sataşmanın gülünçlüğüne sürükleyebilir iddia sahibini.Yazınsal erk,yazınsal saygınlık,yazınsal ödünsüzlük siyasal olarak da iktisadi olarak da ideolojik olarak da Continue reading
“Şehirdeki İzlerimiz” Ondaki Hayal ve Hatıralarımızdır
Adem Ertan
-I- Herhangi bir şeyin gönüllü parçası olmaktan tutun da onu sahiplenmeye kadar varan aidiyet yelpazesinin tam ortasına, “merkez hattı”nda sizce ne olmalı?Hangi olmazsa olmaz özellik olmazsa insan kendisini bir yere ait hissedemez de kendisini orada hep bir misafir, hatta…hatta bir sığıntı olarak görür? Bence bu sorunun, aidiyet yarasının veya daha doğru bir ifadeyle “aidiyet yokluğu”nun varlığı, hayal ve hatıra yokluğu ile paraleldir. Continue reading