“Ben yaşadığını yazmaya çalışan bir ozanım.
Yaşam benim için hep büyülü, giz dolu,
harikulade olagelmiştir. Hep şaşkınlık içinde kalmışımdır.
Düşlerle, imgelerle beslenen, aşk dolu bir yapım var.”
Şiiri Düzde Kuşatmak’tan
“Şiirlerim, yaşamın çarmıhındaki insanı söylerken,
çarmıhın kırılma umudunu da barındırır.”
Şiiri Düzde Kuşatmak’tan
1960’lar: 1960 sonrası özgürlük ortamında payı olan bu gelişim Türk şiiri için de yararlı oldu. İkinci Yeni’den birikenler, yeteri kadar lirizm, bireyci şiire de, toplumcu öz taşıyana da aynı oranda uygulandı. Boş duygulanımların, benzetmelerin içi şiir özüyle dolduruldu (1996; 71).
1960’lara gelindiğinde, şiirimizde halkçı toplumcu yönsemenin üstündeki baskıdan biraz olsun kurtulunca güçlendiği görülür (2001; 59).
1960, toplumumun yaşamında da, benim özel yaşamımda da bir aydınlanma yılı oldu (2001; 186).
Absurde: Bkz. Turgut Uyar.
Ahmed Arif: Ahmed Arif’in şiirine, umudun, inceliğin, korkusuzluğun şiiri demişler. Ekleyeceğim: Onun şiiri, onurun ve alçakgönüllülüğün, derinliğin ve yalınlığın bile şiiridir (1996; 56).
Ahmed Arif’in şiiri baştan sona somut gerçeklere dayanan bir şiir. Zor bir şiir. Ama tek bir kez kekelemeden, tek bir kez biçim sıkıntısı, dil, anlatım sıkıntısı çekmeden, benzetmelerin, imgelerin en özgününü bula kullana yazmış (1996; 61).
Ahmet Hamdi Tanpınar: Yaratıcıdır, ozandır o. Sonsuzluk, susamış bir ceylan gibi, yanında, yöresindedir. Kendisini izlemek zorundadır. Zamanı içerek izlemek. Zamanı sonsuzluğa içiren yani zamanın bitişinden kurtulan ozan, hayatını, pençesinde taşıma gücünü sonsuza dek sürdürecektir. Ölümsüzdür. Tanrılığını bildirmiyor da Dağlarca gibi, tanrı’yı yok sayıyor (1996; 124). Bkz. Fazıl Hüsnü Dağlarca; Bursa’da Zaman.
Ahmet Haşim: “Karanfil” şiiri, Haşim’i ve onun şiirini sürdürenleri yermesi bakımından da önemli. Ama yerilmiş de ne olmuş? Yozlaşan görüntüye karşılık, sağlam bir içerik mi getirilmiş şiire? Yo (1996; 64).
Haşim’in şiirleri, şimdiye dek sanıldığı ya da onun düzyazılarının etkisiyle sanıldığı gibi, konuları uçucu, sözleri toplumdan ve yaşamdan bağımsız, görüntüleri doğa dışı değildir. Üstelik anlam karanlığından değil, renkliliğinden, çeşitliliğinden, çok boyutluluğundan söz edilebilir. Fransız imgecilerin etkisi, şiirin yapısından çok şiirini açıklamasında, sanat anlayışında görülmektedir. Böylece, şiirleriyle düşüncesi arasında bir çelişki oluşmaktadır (1996; 116).
O, Batı’da görüp etkilendiği kimi akımların düz söylemlerinin etkisiyle kuramını koymaya çalışmış ama şiirlerini kuramına uygun yazmamış. Şiirlerinde, sözlerin, anlamın titizce geliştirilmesinde, şiirsel yapılaşmada çok özenle seçilip kullanıldıkları görülür (2001; 121).
Ali Cengizkan: Güncel bir durumu, umarsızlığı, didaktik alandan çekip şiirin izleğine sokmak zor. Ama Cengizkan şaşılası bir ustalıkla bunu yapıyor (1996; 177).
Şairin, kadın ya da erkek oluşu, şair oluşundan sonra gelir. Ali Cengizkan, bir kadının yazabileceği kadar içten gözlemiş ve yazmış (1996; 178).
Anlam Arama: Anlam arama, bilinmeyene, bilinenler içinden bir karşılık verme işlemidir (2001; 13).
At: At, olağandışı bir film. Her şeyiyle olağandışı. Adı bir trajediye yakışıyor (2001; 95).
Attila İlhan: Attila İlhan’da öyle şiirler var ki insan onlardan sonra şiir okumak istemez. Yüz yıl doyurur adamı. Sonra da şaşırtır kuraklığıyla. İki uç arasında. Onurlu, içtenlikli. Olduğu kadar verir, zorlamaz kendini (1996;48).
(..)Benzetmenin doğrudan eylemin kendisi imiş gibi alınması var. Bu teknik Attila İlhan’da harikulade başarılı uygulanmakta. Atlılar devrilir gibi gitmiyorlar da, devriliyorlar. Rüzgârı burunlarıyla biçip arkalarına döküyorlar. Çok dikkat edile. Bunlar birer çeşmi değil. Birer genel tad. Acı gibi, ekşi gibi (1996; 50).