"Sanatçının dünyası, diri bir çatışma ve anlaşma dünyasıdır"(Albert Camus)
Modern dünyanın iç evrene olan müdahalesi karşısında kendini koyu bir çatışmanın ve kutuplaşmanın ortasında bulan modern insan, yaşamakta olduğu hayatın içerisinde bir çıkış yolu, bir kanal arayışına girmekten iç ben’ini uzak tutamayınca, sızısına ve iç bulantısına merhem olacak bir kaynağı bulmanın zorunluluğuyla karşı karşıya kalır. Akletme çare değildir, çünkü bir işlevi kalmamıştır onun bu devasa acı kütlesi karşısında. Mantık? Ucuz hesaplar içindir. Parçalanmış bir bilinçten bütün bir bilince ulaşmanın hiç mi yolu yok? Medeniyetler kurup medeniyetler yıkan Batı’nın bu ‘kırık aklı’yla bir düzlüğe çıkılmaz kanısındayım. Kalp’tir çünkü üzerinde önemle durulması gereken cevher. Akıl’ın kalp ile olan diyalogundan bir sükûnete erişebiliriz. Şiir sanatı söz konusu olduğunda iş biraz çetrefilleşir tabiî.
Modern şiirin doğasında çatışan bir bireyin varlığını görüyoruz. Zihin ve kalbin dengeye kavuştuğu andan itibaren modern şiirin yaşanırlığını söze konu edemeyeceğiz. Huzur’un şiiri yazılmaz diyoruz, yazılacaksa eğer huzurun nerede olduğuna işaret eden bir şiir olmalı bu.Kelime kurgusu ve içerik olarak modern şairin yazdığı şiir, dünyaya verilmiş en güzel cevaptır. Kimileri bir intikam olarak görür şiiri, kimileri içinse şiirin özünde barınan şey savaştır. Çatışmanın şiiri zekâya prim vermeyen şiirdir. Bu şiir, dünyayla bir hesaplaşmadır. Yalın bir duruş, sağlam bir anlayıştır ilk aşamada elzem olan nitelikler. Mekanize olmuş bir hayattan alternatif bir hayat anlayışına ulaşmak için duruş ve anlayış olarak tavırlardır şiirin iç enerjisini oluşturan.
Şiirde yalın bir duruşu sergilemek bu şatafatlı medeniyetimizde tenhayı yani suskunluğu seçmekle özdeş bir anlamı ihata eder. Sağlam bir anlayış ise, iç mücahadenin, iç çatışmanın neticelendirdiği, sonrasında şiiri büyüten şeydir. Donanım, teçhizatlanmadır, bu karmaşık ve çelişik yapı karşısında. Şair önümüze sunulan bu anlamsız hayatı sorgulamakla işe başlar. Ulaşılmak istenen iç huzurun, sağlanması ve gerçekleştirilmesi için bu bir gerekliliktir. Sanat ve dinin yakınlığının temelinde bu gereklilik yatar. Çatışmanın şiiri, aynı zamanda yaşadığımız hayatın şiiridir, sorgulanmamış hayatın. Enformatik cehaletin küresel ölçekte egemenliğinin tesisi için harç üstüne harç karan muktedirlere korku salacak bir şiirin savaşkanlığını özlüyorum. ‘Mahkûmiyete rıza gösteren şiire red cevabı vermenin vakti gelmedi mi? Bu cevap veriş, çatışmalarımızdan azade olduğumuzda bir bilinç meselesi durumuna gelecektir. Dünyayı bilinçle kavrayışımızı mümkün kılan, şiirin özündeki bu savaş- kanlıktır işte. Tefekkürle beslenen, çatışmalarımızın esiri olmayan şiirin dünyanın aldığı şekle bir dahli vardır. Her şiir dünyanın anlamına yapılmış bir katkıdır, der Dylan Thomas. Fikretmeyen şiir, sömürü şiiridir. Köleliğe verilmiş armağandır. Haddizatında kendine kapalı, estetiğe açık, anlamı yitik bir çabalayıştır. Günümüz Türkiye Şiirinde 80 sonrası yazılan şiirin açmazlardan biridir bu. Sürekli vurgusu yapılan estetik kaygı, şiirin hayat damarlarını tıkamıştır. Yazılan şiirin iç’ten dış’a doğru bir davranış biçimi olduğunu unutuyor muyuz acaba?
Bugün yazılmaktan olan şiir, soylu bir şiirdir. Özünde ontic bir duruşu besleyen bir şiirdir, bir davranıştır, somut bir davranış. Şair soru sormakla kendini ve şiirini diri tutma çabasındadır. Şiir, burjuvazi gözünde bir hazımsızlık olarak yorumlanır bu doğru. Bu doğruya bir doğru daha eklemek gerekiyor. Şiir şuurdur, burjuvanın içine düşen ateştir. Şuurlanmakta olan ülkelerde şiir uğraşı, küresel muktedirler tarafınca en tehlikeli bir etkinlik olarak algılanır. Taraf olmayan bertaraf olur.Çatışmanın şiiri, huzursuzluğun şiiridir aynı zamanda, şekillen(dirilir)mekte olan bir dünyanın çehresinden duyulan huzursuzluğun. Düşünce ve duygu plânında kendisiyle çatışan bir şair, burada bir pasiflik örneği sergilemez. Süreç içerisinde aşama aşama oluşan bu bilinç kırılmaları soncunda kendini müntekimler kervanında buluverir.
Bir intikamdır onun için şiir. Hınçla beslediği kalemi, ateşin coşkusuyla çatlamak üzeredir. Kendisi mistik bir anarşist olan Ayhan Kurt’un ‘parola’sıyla söylersek, bulmak için yitirmek zorundadır. ‘Yitir ki bulasın’ Bulmakla yetinmeyen şairin kaleminde taşı(r)dığı öfke, Filistin’de bir sapan taşıdır, Çeçenya’da mavzerler ortasında biçimini bulacaktır, Türkiye’de hesaplaşmadır.
Şiir, şair ve şuur üçgeninde arayış devam ediyor.
1. “Tefekkürle beslenen, çatışmalarımızın esiri olmayan şiirin dünyanın aldığı şekle bir dahli vardır.” Bu cümleyi anlamadım.
2. “Fikretmeyen şiir, sömürü şiiridir. Köleliğe verilmiş armağandır.” Bu iki bağlı cümleyi de anlamadım.
3″…estetik kaygı, şiirin hayat damarlarını tıkamıştır.” Nasıl tıkamıştır? “Estetik kaygı” olmasın mı?
Her üçüne de örnek verebilir misiniz?
Samimiyetle soruyorum. İtirazlarım var, ama sabırla anlamağa çalışayım önce.
bir okur olarak:
3-Şiirde sadece estetiği kurtarmaya çalışmak, şiirin varlığını tümüyle estetiğe indirgemek gibi
2-Bir fikri, bir davası, hayat için söylenecek sözü olma gibi.
3-2. soru paralelinde.
Özür dilerim, anlamlarını biliyorum. Şiir ya da şair örnekleri sormuştum ben. O muhalif yazı, hangi şairlere karşı koyuyor? O “şuursuz” şiirler hangileridir? “Bir Günün Sonunda Arzu” mu örneğin? Kimler kastediliyor? “İkinci Yeni” şairleri mi? Hangilerinde “tefekkür” yok?
Ayrıca, şiirde estetik, indirgenecek bir “yer”, öge değil, ulaşılmağa çalışılacak bir yerdir, değil mi? “Bir fikri, bir davası, hayat için söylenecek sözü” olan, estetik kaygıyla, bunları şiirinden arındırmağa mı çalışır? “Eyvah şu dizede bir fikir seziliyor, sileyim de estetiğe indirgeyeyim meseleyi …” mi der o kaygıya sahip şair? Kolay mıdır o kadar estetiğe ulaşmak, estetiğe (geri geri) inmek?
Mustafa Bey, affetsin, meramını tam anlatamamış. “Şiirde çatışma” diye çok heyecan verici bir konuyu ele almış, sonra bu çatışmadan yoksun olduğunu düşündüğü şairlere, (şiirlere) saldırmış, pek güzel. Fakat muhalefetinin nesnesi muğlak kalmış. Onu açıklamasını rica etmiştim. Saygılar.