6. sayının torunu, 7. sayının oğlu, 8. deli defteri sayısını kıvanç’la ve halit’le takdim ederiz. iftiharla sunmayı da düşünüyoruz fakat bizim iftiharla sunmamız borsaya olumsuz bir etki yaparsa diye de temkinliyiz.
ülke olarak, anayasa kitapçığı ve yazarkasa fırlatılmasına, devlet büyüklerimizin muz kabuğuna basıp düşmelerine ve bunu takiben türlü zincirleme tepkimeler sonucunda zeytinin kilosunun yüzde elli artmasına alışmışken, amerikan başkanı sönük basket topunu yerde sektirmeye çalışsa da, kapağı kapalı dürbünle bağdat meydan muharbedesini izlemeye yeltense de eloğlunun finans tükkanına bişiycikler olmaz diye düşünüyorduk. zira o zamanlar bir şey olmuyordu. fakat sonra ne olduysa -ki bence linda bush’un fırında pişirmeye çalıştığı su böreğinin yanmasının olayda payı büyük- ve her neden olduysa artık kocaman devletlerin paracıkları pırr uçuverdi. onlar mı bize benziyor, biz mi onlar gibi olduk, batının kalabalık defansı arasında topumuz eridi de biz mi göremedik, onlar yükselirken biz düşüyoruz, onlar düşerken biz gene düşüyoruz, peki ama neden, filan gibi şeyler hakkında deli deli düşünmekteyiz sevgili okur. ama yüreğinizi ferah tutun, henüz deli defteri kadrosundan kimseyi küresel kriz yüzünden kovmadık. herkesin ssk’sı ödeniyor gün be gün. (yalansa yalan de sevgili yazar, hayır yani nedir?, istesek öderiz demek istiyorum, atla deve mi?)
küresel krizden küresel geyik muhabbetine dönen para, fon, telefon mevzuları bizi ziyadesiyle germişken deli defteri imdada yetişmiştir efendim. evet belki piyasa küçüldü, belki arkadaşlar birbirini aramaz sormaz oldu, evet belki eski bayramları özlüyoruz ama bari şu elcağzınızda soluklanan defterle biraz olsun keyiflenin. keyiflenemiyorsanız da gelip benden paranızı geri istemeyin hepsiyle macar salamı aldım. macarlar haçova’da yenilince salamlar da yenilmiş sayıldı. yandı bitti kül oldu.
8. sayı gol perdesini sabriye kerebiçle açıyor. dilbilgisi dersinin romantik bir fon oluşturduğu kısacık hikayesinde yitik bir aşk hikayesi anlatıyor pek sayın kerebiç. "dolaylı tümleç" sabriye hanımın bu sayıdaki volesi. çilek çilli "hatalıysam yüzyüze görüşelim" adlı yeşil panjurlu yazısıyla ankara’nın trafiğine şöyle bir dokunarak geçip, diyar-ı colomb’un trafik ışıklarında duruyor. patinaj yapıyor, levyeyi kapıp… hurdacıya satıyor. yeni yazarımız, duygu t. adlı masalcı teyze, rapunzel’in dermatolojik meselelerini ele alıyor, prensli, cadılı, marullu, otuziki kısım tekmili birden güldürüklü bir masal anlatıyor. bundan sonraki sayıda kendisinden fareli köyün kavalcısının konservatuar sınavlarına giriş öyküsünü dinleye…(biliriz herhalde. yani attım şimdi kafadan.) nazife demir, geri dönüyor bu sayıyla aramıza. bence bu yazısıyla nazife, fosurtu dergisinin son 10 yılın en komik 10 vitraysı röportajı listesine girer. yazısının adı "sessizliğini metropolitan’a bozdu: ‘vatikan’dan gelmiş demem paralarım’" hayri vaka, bir otobüs hikayesiyle molasız, dinlenme tesissiz yolculuğuna devam ediyor. "otobüs, bıyık ve göbek" hikayesinin resmi adı. can sever, gözlüğüyle konuşuyor bu ay. gözlüğü yere düşmüş de efendim, vay bir serzenişler, bir tafralar. gözlükle konuşulur mu hiç? can sever, bir deli. o zaman doğru yerde.
altına yatırım yapın, üstüne değil,
üstün, altına yaptıkça delirmek
işten değil.
diye güzide bir şiirle satırlarıma son veriyorum. (not: üstün, üstünü ört yavrum, sen üşütünce yatakları sel basıyor.)
iyi ekimler…