DERGİLERİ İNCELEME RAHLESİ

1- Aşkın e-Hali Edebiyat Dergisi 12.Sayı Ekim-Kasım-Aralık 2008

Şiirin damar atışlarının,nabız vuruşlarının taşrada duyulduğunu söylemek durumundayız. Şiir bahsinde en temel tutumun samimiyet olduğu unutulmamalı. Taşrada çıkan dergilerde yayınlanan şiirler ,merkezde merkezi temsil eden dergilerde yayınlanan şiirlere nazaran daha sıcak daha içten olduğu hemen daha ilk mısrada kendini belli eder. Her şiir bir fetih hareketidir ve taşrada kendiliğini açığa çıkartan şairlerin ilk şiir manevraları,bu fetih duygusunun heyecanını taşır:kendini keşfetmenin heyecanını. Bu durum sadece şiir için söz konusu değildir,deneme ve diğer edebi türler için de geçerlidir. Devasa şehirlerde yaşanan insan ilişkilerindeki yapaylık,taşrada yazıya dayalı olarak kurulan dostluklar için bahis konusu edilemez. Bir anlamda taşrada Anadolu’ da daha kalıcı birliktelikler kuruluyor, yaşanıyor.
Taşrada çıkan her dergi yeni bir hamle hareketidir,dünyayı tanıyor olmanın atılımına sahiptir. Edebiyatta bir tazelik fikri,taşraya geniş bir hareket alanı sağlıyor. Kaygısı olmayanın ahlakı da yoktur. Dünyaya söyleyecek sözü olmayanın beyhude bir arayış içinde olduğunu söyleyebiliriz. Çorum’da 12. sayısına ulaşan Aşkın e- Hali dergisini okuyup bitirdikten sonra yukarıdaki fikirler hatırıma geliverdi,bu samimiyet ve çabaya kayıtsız kalamayacağımı düşündüm. Yazı ,söz ,samimiyet ve karşılık bulma noktasında dergi için yapılan Mehmet Okumuş söyleşisi,en fazla dikkatimi çeken,beni en çok etkileyen bir konuşmaydı. Edebiyatta sahicilik üzerine tekrar düşünmeme vesile oldu. Şöyle der Okumuş, söyleşinin bir kısmında:

‘‘Samimiyet aslında sözlerden yansır. Yazan sözü ne kadar sahiplenmişse söz de o kadar sahibini sahiplenir. Ve söz insanın yazdığında okunan bir karşılık bulmuşsa güzellik yahut çirkinlik adına orda bir samimiyet vardır. Çünkü sancısı kelimeye siner insanın. Hani deniliyor ya "her işin başı ahlaktır" diye. Bence sonraki aşama bu. Her şeyin başı kaygıdır aslında. Kaygısı olanın ahlakı olur. Buna bağlı olarak samimiyetiniz ortaya dökülür. Yani fazladan bir anlatıma gerek yoktur. Sözler , söze sadıksanız , "söz" lemek istediğiniz varsa okur sizi. Ve sonra da yazar. Burada ,ilham değil kastım; söyleyecek sözleriniz varsa, ilk mısralar tecelli olur,sonrakiler o tecelli dahilinde samimice dökülürler."

Dergide açık açık etkilendiğim yazılardan biri de Mustafa Uçurum’un "Herkes Gibi" adlı denemesi oldu. Bu denemeyi önemli kılan yazarın duyarlılığı ve uyarıcılığıdır . Uçurum bu yazısıyla sessiz sedasız denemeci kimliğini ispatlamıştır. Teknolojik bir buhrana doğru sürükleniyoruz der yazının bir kısmında. Yazının ana iletisi, temel fikri ‘kendi’ olmak,özgün bir kişiliğe sahip,olayların ve durumların farkında olmaktır. Dil ve üslup bakımından sade bir söyleyişe dayalı bir yazı yazmış Uçurum. Kendini okutabiliyor. Dileğimiz bu yazıların çoğalması ve daha geniş açılımlarla devam etmesidir.

Mustafa Özçelik ‘Gelenekten Geleceğe Şiirimiz’ adlı yazısında gelenek sorununu ele alır. Özçelik’ in vurgusu geleneğe yöneliktir daha çok. Şiirde yeniliğin gelenek birikimini esas alarak gerçekleşeceğine inanır. Özçelik’e göre gelenekten yararlanma meselesi bir yönüyle dine bir yönüyle çeviri kültürüne diğer yönüyle de medeniyet tercihine bakan bir meseledir. Bu bahiste Tanpınar gibi düşünür: ‘Devam ederek değişmek, değişerek devam etmek’ . Biz şiirde yenilik deyince özde yapılacak bir yeniliği anlıyoruz. Ve her yeniliğin yaşayan insan ve yaşanan hayatla bir bağının olması gerektiğini düşünüyoruz. Biçim denemeleri devrinin geçtiğine inanıyoruz,yapılacaksa eğer ruhta bir yenilik arayışına girmek gerekir. Yenilik bahsinde önümüzde tek örnek var:Sezai Karakoç şiiri.
Karakoç ,geleneksel biçimlere yeni bir öz yeni bir şahsiyet kazandırmıştır. Geleneği bir ihya hareketidir Karakoç’un şiiri. Onda her biçim yeni bir çehreye bürünmüştür. Canlı ve yaşayan organik biçimler toplamıdır gelenek. Çünkü zamanın duyarlığı esas alınarak yazılmışlardır.

Bizce dergide yayınlanan en iyi şiir ‘ ne olduysa aniden oldu’ şiiriyle Nurettin Durman’a ait olan şiirdir. Canlı ,konuşmaya dayalı,insani bir çehresi var bu şiirin. ‘‘ gene yüzüm olsun diye ikindi vakti orada/ evet tam ikindi vakti deniz kenarındaki/ hamid-i evvel camiinin kubbesiyle/ insanı kendine çeken serinliği arasında/ sessizce ama sessizce/ ne olursun tanrım/ kalbimi yumuşat dedim’’
Aşkın e-Hali edebiyat dergisinin günümüz şiirine dair eleştirel denemelere ağırlık vermesi durumunda bir hareketlilik kazanacağını söyleyebiliriz..

2.Kuşluk Vakti Aylık Edebiyat Seçkisi Kasım 2008 Sayı-7

Kuşluk Vakti yedinci sayısıyla yine dopdolu. Dergi her geçen gün büyüyor,bu gerçek. Bu gerçeğin açılımını sunan yazılarla karşılaşıyoruz dergide. Said Konar’ın kitap tanıtım yazısı, Nazife Şişman’ın yazma gerekçesini sunan metni , Kuşluk Vakti’ne düşünsel bir boyut katmış.Nazife Şişman’ın yazı etkinliğine dair metninin genç kadın yazarlar için öğretici bir yazı olduğunu söylemek mümkün. Sibel Eraslan ile yapılan söyleşi,yazarın Siret-i Meryem adlı kitabı için arka bahçe niteliğinde. Söyleşinin bir bölümünde ‘Yalnızlığı bilinçli tercihtir yazarlık. Cesaret ve bedel ister.’ der,Eraslan. Kimi yazarlar içinse yazarlık,yalnzlığın bilinçli çoğaltımıdır. Yazı yazmak , çoğalmayı,anlamla zenginleşmeyi temel alır. Yazı,varoluşsal bir etkinlik aynı zamanda. Dünyaya anlam verme, soruna kökensel bir bakış getirmedir. Yazar hemen her zaman en dipte olandır. Kavrayışta köklere inendir.

Kuşluk Vaktinde usta yazarımız Rasim Özdenören’e dair bir portre çalışması var. Bu yazıların tümüne olumlu bakıyoruz ancak bu kadarla kalınmamalıydı diyoruz. Daha çözümleyici çalışmalar da yer alabilirdi dergide. Dergideki yazarların Özdenören’e onun öykü ve fikir dünyasına,hayattaki duruşuna dair izlenimleri, bir öykü ve düşünce yazarı olarak Özdenörenin komplekssiz kişiliğini,mütevazi duruşunu yansıtıyor. Bu önemli. Öncelikle genç yazar ve edebiyatçılar için önemli. Ben eski kafalıyım bu anlamda. Günümüz edebiyatçılarında,günümüz şairlerinde gördüğüm kibri hiç hoş karşılamam. Yazdğımız her metin bizi daha bir mütavazi kılmalı diyorum. Mevlânâcıyım ben, dirilişçiyim bu anlamda. Başım göğe ermez usta işi bir şiir yazdığımda. Bu bağlamda İsmail Güleç’in Mesnevi Sadece Mesnevi Midir adlı yazısını kardeşim gibi gördüğümü söylemek isterim. Bu toprakların ruhundan sesleniyor çünkü.Değerlerimizden konuşuyor,bizi konuşuyor.

Kuşluk Vakti ,şiir konusunda bir yoğunluğa sahip değil henüz. Derginin şiddetle genç şiire,genç şaire ihtitiayacı var. En büyük eksiği şimdilik bu. Bunun yanında Yusuf Kaplan örneğinde olduğu gibi iddialı, meselesi olan yazılar yer almalı dergide.

Yusuf Kaplan’ın yazısının tartışmalı tarafları var. Kaplan, eleştirisini günümüz şiirine getirseydi katılabilirdik. Günümüz şirinin istikamet fikrinden büyük atmosferden yoksun oluşunun köklerini İkinci Yenide arayabiliriz pekala. Öncelikle Yusuf Kaplan bir şair ve eleştirmen değil. Şiire dair eleştirel ölçütleri baz almalıydı. İkinci Yeniyi hapishane değil şiire getirilen bir özgürlük(özellike şiirde kelimenin yeri,dil-içi imkanlar bakımından)olduğunu söyleyeceğiz. İkinci Yeni Türk modernleşmesinin yüz ıdır. Yusuf Kaplan, modern insanın serüvenini hayata tutunma arayışını Turgut Uyar’ın şiirinden okuyabilirdi mesela. İnsanın yabancılaşma olgusunu Edip Cansever özelinde ele alabilirdi. Sezai karakoç şiirini yeni-gerçekçi açıdan işleyebilirdi.Hakeza Cemal Süreya,Ece Ayhan,Ülkü Tamer,İlhan Berk şiirlerini modernizm bağlamanında inceleyebilir,çözümleyebilirdi. İkinci Yeninin merkezinde duran adam Sezai Karakoç’tur. Şiirde medeniyet pespektifi Karakoç’la zirveye taşınır. Ama Karakoç’un şiirine sadece medeniyetçi bakış açısından yaklaşmak da bizi şiirden uzakaştırabilir. Şiirde hüküm cümleleri şiire dair yaklaşımlar kucaklayıcı olmalı. İkinci Yeni her anlamda bir imkandır,İkinci Yeniyi doğru okumak gerekiyor.Bu şiir hala bu imkanı bu vasfını koruyor.

Artık Kuşluk Vakti’nin düşünsel bir ağırlığı var ve öyle inanıyorum ki özellikle şiir üzerine düşünen genç şairlerin poetik metinlerine yer verdiğinde her sayısıyla ivme kazanan bir dergi olacaktır.

3.Edebiyat Ortamı Dergisi, Kasım – Aralık 2008 , Sayı:5

Ankara’da yayın hayatını sürdüren Edebiyat Ortamı Dergisi, sessiz ve derinden yürüyüşüne devam ediyor. Dergi önemli yazılara yer veriyor bünyesinde. Aslında hiç de sessiz bir yürüyüş değil bu. Edebiyat Ortamı, Cahit Zarifoğlu’ nun Mektuplarına yer vermekle okurlara taze bir heyecan , yeni bir renk kattı. Biz bunu derginin yeni bir atılımı olarak görüyoruz. Mektupların yayınlanması , aynı zamanda yeni bir hamledir kanaatimizce. Benim asıl üzerinde duracağım şey, Zarifoğlu’nun Mavera dergisinde , dergiye gelen ürünleri değerlendirdiği Okuyucularla köşesinde yazdığı yazılar. Mektupların kitap bütünlüğüne kavuşması tabii ki hepimizin arzusu. Üstelik şairin oradaki iradesi ve kararlılığı karşısında çoğumuzun öğreneceği bir şeyler mutlaka vardır. Bu çalışmanın dergi yöneticilerini ilgilendiren bir tarafı da var. Özellikle bir edebiyat dergisinin idaresi,devamlılığı, dağıtımı, yönlendiriciliği, özverisi ,teşvik edişi ,sevk edişi, gibi bir çok konularda öğretici yönleri var. Ancak Zarifoğlunu’ nun Okuyucularla köşesinde yazdığı yazıların kitap bütünlüğüne ulaşmasını , şairin şiire yaklaşım biçimini,önerilerini,tavsiyelerini ,eleştirilerini,kuşatıcılığını,kucaklayıcılığını, şiir görüşünü yansıtması bakımından daha çok istiyor,daha çok önemsiyorum. Bu , aynı zamanda genç şairler için de önemli. Sadece şiir gençleri için değil eleştirmenlere de seslenen bir tarafı o yazıların. Eleştirmenler de o yazılardan kendilerine düşen payları alacaklar ,nasipleneceklerdir. Zarifoğlu’nun kendisine gönderilen şiirleri ele alış biçimi, yaklaşım tarzı her bakımdan öğretici olurdu doğrusu. Ben de Edebiyat Ortamına bu yazıların da bir kitap şekline dönüşmesi yönünde öneride bulunabilirim. Üstelik bu, şiirin gizli has okuyucuları için de beklenen bir şey. Harika olurdu, verimli olurdu, besleyici olurdu.

Edebiyat Ortamı, sessiz yürüyüşünü eleştirel çalışmalarla tetiklemeye devam ediyor. Edebiyat Ortamı , büyük işler yapıyor aslında. Dergide yayınlanma imkanı bulan şiir değerlendirme-eleştiri yazıları , Edebiyat Ortamı’na eleştirinin özellikle modern eleştirinin kalesi olma yönünde ivme kazandırıyor, güç veriyor. Dergide sözümüzü teyit eden yazılar da mevcut. Arif Ay’ın Şiir ve Tahkiye , A. Cüneyt Issı’nın İlhan Berk Şiiri Üzerine ,Arif Ay’ın ve Turan Karataş’ın düzenli olarak yazdığı Dergiler Arasında ve YazıSaati bölümleri Edebiyat Ortamı’na canlılık katan çalışmalar. Arif Ay’ın Sezai Karakoç şiiri üzerine yazdığı yazıya bir işaret koyalım. Zira Arif Ay’ın yazısını önemli kılan , yazının genelini kapsayan manifesto havası. Çağımıza ilişkin diri cümleler kuruyor Ay.

Dergiye şiirleriyle katkıda bulunan isimler şöyle:Osman Sarı, Emre Döğer, Gözde Burcu Narin, Mehmet Aycı, Fatih Yavuz Çiçek, Sedat Turan.

Edebiyat Ortamı’ında dikkatimi çeken,ilgi duyduğum,uğraş edindiğim alan itibariyle önemli bulduğum, aynı zamanda kim ne derse desin 2008’in en iyi,üzerinde düşünülmeğe değer poetik metinlerinden olan İsmail Karakurt imzalı Korkunun İpinde İçimizi Gören Jonglör adlı yazı oldu. Nefis bir yazı. Karakurt yazısında bakın ne diyor: ‘‘Ne zaman ki şiir , bir devingenlikle,bir hava ile şairin hayatını dört bir yandan kuşatır; işte böyle bir durumdayken şair, iyi bir şiirle insanların içini görür yahut da insanların içlerini görmesini sağlayabilir.’’ Karakurt , şiir-gerçeklik-okuyucu ilişkisini ele aldığı yazısında bizi bir kez daha dünya geçekliği ve imge-rüya konusunda düşünmeye çağırıyor. Edebiyat Ortamı’ında bu tarz yazılar çoğalmalı diyoruz. Bu yazılar aynı zamanda dergiye ağırlık veren düzey kazandıran yazılar.

Edebiyat Ortamı’nın bu derinlikli yürüyüşünü yürekten destekliyoruz.

Bir yanıt yazın