Halk Şiiri: Halk şiiri, halk gerçekleriyle beslenen, ama bu gerçeklere toplumsal-çağdaş bir anlam katamayan, çoğu kez şiirsel gerilimden yoksun, ilkel ve ortaklaşa diyebileceğimiz bir şiir biçimidir (131). Bkz: Çağdaş Şiir İçeriği.
Halk şiirinin, halkın diline daha bir yaklaşık olmaktan başka bir niteliği ya da ayrıcalığı yok, bence (223).
İçki: İçki, sevgi, yalnızlık… Bunlardan başka tutunacak neyimiz var. İsteyen kıyameti koparsın; insan yalnızlığını bilmeli, bunu değerlendirmeli. Hem sanat da yalnız burada başlıyor (50).
İkinci Yeni: “İkinci Yeni” bir karşı çıkışın değil, bir yetersizliğin sonucudur (191).
İkinci Yeni’yi akım saymıyorum ama, şiirimize yenilik ve derinlik kazandıran ozanların aşağı yukarı aynı yıllarda ortaya çıktığını söyleyebilirim (232).
Dıştan bakılan, yalınlaştırılmış, hatta basite indirgetilmiş ‘küçük insan’dan ‘insan’a, insanın karmaşık yapısına, onun aynı zamanda toplumun bir birimi olmasına karşın bireyliğine de ağırlık verme girişimidir benim genel anlayışım (233).
İkindi Üstü: İlk kitabımı, İkindi Üstü’nü o sıralar çıkarıyorum (..) Önüme gelene veriyor ya da yolluyorum. Varlık’ta Melih Cevdet’in kısa bir tanıtması çıkıyor. Seviniyorum. Orhan Veli, sanırım adı “Karikatürden Şiir” adlı bir yazı yazıyor. Benim bir mısramı alarak, böyle mısra yazılmaz anlamına bir şeyler söylüyor. (..) Oysa şimdi mısra hep böyle yazılıyor. Ha, kitabı yayımlamadan önce Tanpınar görmek istiyor, bir ramazan günü, Tünel’de Narmalı Yurdu’ndaki yerine gidiyorum. Çay fincanlarının içinde kahve getiriyor ve başlıyor okumaya. (Merakla bekledim, bekledim. Bitirdi, gözlüğünü çıkarıp masaya koydu. Ve dedi: Bunlar çok güzel şeyler, ama çok. Ne var ki hiçbir şiir değil”. Hiçbir şey anlamadım tabii. Bütün odayı röprodüksiyonlarla doldurdu, bana uzun uzun resim anlattı, müzikten, Valery’den söz açtı. Bir süre sonra çıktım. Doğru Haşet’e gittim. Bir sürü resim aldım, Valery’nin Melange’ını aldım. Ertesi gün bir Fransızca hocası tuttum, aylarca ders aldım. Karşılıklı konuşmaya başlamıştık bile. Bir gün dedim ki bizim hocaya, Valery okusak olmaz mı? Olur, dedi. Açtık kitabı, adam bir türlü çeviremez Türkçe’ye. Hoca çeviremezse ben nasıl çevirirdim ileride? Baktım olacak gibi değil, kestim ders filan almayı, doğru meyhaneye. O zamanlar nasıl anlayabilirdim ki, bizim hoca şiirceyi bilmiyor asıl.) (67-68).
İlhan Berk: İlhan Berk’in adice bir konuşmasına muhatap oldum. Ben de söylendim iyice. Darıldık, kırıldık, bitti…(..) Son günlerde çok kavgacı olduk gene. Gerçi masadakiler beni haklı buldular ama, “İ.Berk’le kavga edilir mi hiç?” sözü, yerleşmiş onlarda. Demek ki kimse ciddiye almıyor İlhan Berk’i. Bense kim olursa olsun, ciddiye alıyorum. Gayri insani bir davranış beni çileden çıkarıyor (..) Diyeceğim, çok kavgacı oldum. Acaba alkolden mi? (49).
İlk Dize. İlk birkaç dizeyi yazdıktan sonra, onları, içinde bulunduğum ruh haline yakınlaştırarak istediğim sesi ve kıvamı elde etmeye çalışırım. Çünkü ilk dizeler hemen hemen her zaman yabancıdır bana. Diyeceğim, ruh durumumun yansısı veya izdüşümü değillerdir. Sanki dizeler benimle değil de, ben dizelerle uyuşmak, onları uysallaştırıp evcilleştirmek zorundayımdır (35).
İlk Şiirler: İkinci sınıfta (Ortaokul-sekoya) yazdım. Bir çocuk dergisine yolladım ve çıktı. Artım şairdim. Hayat ansiklopedilerini toplayıp ciltlettim (66).