Eskittiğimiz Yalnızlıklar İşe Yaramıyor: Edip Cansever’in Poetika Sözlüğü

Kur’an: 8.8.1928. Babam Kur’an’ın arkasına yazmış doğduğum tarihi.

Kırıcı Olmak: Ben duyarlıklarımı düşünce haline getiriyorum. Böyle yapınca, söylediğim sözler, küçük avuntuları olan adamları kızdırıyor. İşi ıslığa döktüm, o kadar. Sonra aynı arkadaş,”Aşığım” dedi. “Boşver aşka” dedim. O gün o da sevmedi beni (40). Bkz. İlhan Berk.

Okur, Okuyucu: Ben, “Ben yazarım, isteyen okur, istemeyen okumaz yazdıklarımı. Herkesin kendine göre bir tutumu vardır. Ben yalnızca yazmaya bakarım” diye, hiçbir zaman bu düşünceden yana olmadım. Ve hatta böyle düşünenlere de karşı çıkmışımdır (236).

Orhan Veli: Yaşatılan insandan yaşayan insana… Bunu ilk sezen şairlerden biri de Orhan Veli. “Şairce yaşama”nın sabahında en erken kalkan, akşamlar içinde bir akşam da en erken uyuyup göçen gene o. Issızlığını kuşanmış, rengini unuttuğu gömleğinin içinde, bir çatlaktan sızar, yoğun bir siste dağılırcasına… Acı bir ürperti, bir çeşit İsa’sılık var onun bu dünyadan geçişinde. Ve sıcak bir ünlem: Şiir (150).

Ödül: İnsan tutkusunun, vazgeçilmez olan bu tutkunun toplumsal karşılığı, toplumsal değerlendirilmesidir ödül (236).

Ölüm: Bkz. Medüza.

Örgensel Bütünlük: “Örgensel bütünlük” diye betimlediğimiz bu şiir ortamı, dural bir ortam da değildir. Çünkü sürekli olarak şiirler arası bir savaştan söz açılabilir; tıpkı canlı varlıklarda olduğu gibi, şiirler de zamanla ya birbirlerini yok ederler, ya da düzeltip değerlendirirler. Başka şiirlerin hışmına uğramış bir şiir ya tükenip yerini boşaltır, ya da yıllar sonra ötekilere baskın çıkabilir. Bu aynı zamanda bir somutlaşma savaşıdır –kimi dönemlerde soyut diye nitelendirdiğimiz şiirlerin, sonradan somut bir niyelik kazanması gibi-. Bu işlem, bu arınma bir ozanın kendi şiirleri arasında da olabilir (114-115).

Özcülük Akımı: Bizde bilinçli bir özcülük akımı Tanzimat’la başladı; Garipçiler’den hemen önce güçlendi, Garipçilerle sürdü, denebilir (224).

Medarı Maişet Motoru: Bir kitapçı dükkanında çalışan bir kız var, bana kitap ayırıyor. Bir defasında Sait Faik’in Medarı Maişet Motoru’nu veriyor, “sakın kimseye söyleme benden aldığını, kitap bugün toplatıldı çünkü diyor (67).

Medüza: Medüza’yı yazacağım. Hani şu denizanası’nı işte. Denizin içinde, deniz renginde bir hayvancık. Kımıltısı bile denizin kımıltısına uygun. Sesi yok, işitmesi yok, beklediği yok, gideceği yer belli değil, okşanmaz, sevilmez.. hani neredeyse yaşamaz, yaşamadığı için değil de ölümle ilgisi olmadığı için ölmez. Ya da hep ölür; ölmeyi gösterir bize açılıp kapanarak (50).

Memet Fuat: Memet Fuat alıştığı şiir ortamını aşamıyor bir türlü. Yenilere bir ilgi duyuyor gibi görünüyor ya, değil! O, yeni şiire ilgi duymaktan çok, yenilik sözcüğünün getirdiği kavramlar üzerinde konuşup tartışmayı seviyor. Öyle olmasaydı yazısının sonunda “Şiirin anlatma gücü arttı gibi geliyor bana, büyük şairleri bekleyen bir yol açıldı gibi geliyor, söyleyecek sözü olan şairleri bekleyen yol” diyerek çelişmeye düşmezdi (100-101).

Bir yanıt yazın