Sadık Erol ER*
Nietzsche
Yaratıcı yasa koyucudur-dansçıdır
Gilles Deleuze
1960’lardan sonra Nietzsche’nin maskeler halinde Kıta Avrupa’sı felsefesine geri dönüşünde önemli bir uğrak noktası olan Parisli entelektüel çevreler, Nietzsche’nin kendi ruhsal soyunun Ren’in batısında ikamet ettiğini hissetmesini haklılaştıracak şekilde metinlerini cesur ve coşkulu okumalara tabii tuttular. Marksist, varoluşçu ve fenomenolojik biçimlerin yanı sıra dilbilimde Ferdinand de Sassure’den esinlenen Claude Lévi Strauss, Jacques Lacan ve Louis Althusser gibi yapısalcılar, Freud ve Marx’ın yapısalcı anlamda keşfi ve Heidegger’in Nietzsche’yi yeniden ele geçirmesiyle birlikte beliren postyapısalcılar için Nietzscheci corpus daima önemli bir referans noktası olarak kabul edildi. Georges Bataille’ın şaşırtıcı ve etkili Nietzsche Üzerine eserinde on beş yıl sonra Heidegger’in 1961’de yayımlanan iki ciltlik Nietzsche eserinin getirdiği yorum zenginliği Fransız çevrelerde “yeni Nietzsche” tartışmalarını tetikleyen bir unsur oldu. Bu tartışmalar ekseninde 1962 yılında ortaya konulan Gilles Deleuze’ün Nietzsche ve Nietzsche and Philosophy’si ve bunu takiben Foucault, Blanchot, Sarah Kofman, Bernard Pautruat, Derrida gibi düşünürlerin yorumları “sahih Nietzsche” arayışlarına zenginlik kattı.
Çeşitlilik arz eden postyapısal Fransız düşüncesinin Nietzsche’ye bakış açısını kısaca iki ana başlık altında toplayabiliriz: Birincisi, Nietzsche’nin metinleri ve felsefesini yorumlama nesnesi olarak görenler. Bu eserler çağdaş felsefi yaklaşımları çeşitli derecelerde yansıtır ve aslında geleneksel çalışma biçimi kazanırlar: bunlar, çoğu kez ebedi dönüş, güç istenci, nihilizm, üstinsan vb. başlıca Nietzscheci temalara odaklanarak, onun felsefesinin yorumlarını sunarlar. İkinci gruba ise kendi felsefi fikirlerini geliştirmede Nietzsche’yi “kullanan” yazarları yerleştirebiliriz. Bu yazarların eserlerinde Nietzsche bir referans noktası, eserleri ve fikirleri, haleflerine, onları kendi felsefi eleştirel erekleri için yararlı biçimlerde geliştirmeleri yönünde esin veren birisi olarak görünür. Bunlar Nietzsche felsefesinin “yorumlar”ını sunmaktan ziyade daha çok kendi eleştirel projelerini geliştirmede avantajlı buldukları bu Nietzscheci motifleri kullanırlar. Farklı alımlama veya “yeni bir yorumlayıcı imkanlar” alanı bağlamında Fransız postyapısalcı düşüncesi içerisinde ikinci grup yani Nietzsche’yi “esere yerleştirenler” ?özelde Deleuze? tartışmamızın konusu olacak. Bu noktada Nietzsche’nin çeşitli görünümlerinin anlaşılması sürecinde ele alacağımız Deleuze-Nietzsche ilişkisini, onun Nietzsche adlı kitabını merkeze alarak çözümlemeye çalışacağız. Deleuze, Nietzsche’yi “karşı kültürün şafağı olarak kodlarken” 1970’li yıllarda Nietzsche düşüncesinin bolca tartışılmasına ve revaçta olmasına biraz da şaşırarak şunları söyler: “Nasıl oluyor da daha önceki nesillerin onda bulamadıklarını şimdiki (70’li yıllar) gençlik, genç nesiller, şairler, Nietzsche’de bulabiliyorlar.” Nietzsche üzerine yapılan ve onun yazılarının eğretilemeli niteliği, üslubu, ironisi ve maskeleri üzerinde duran bu çalışmaların birçoğu özellikle Heidegger’in yorumunun bir çürütülmesi olarak görülebilir. Bu perspektiften bakıldığında Nietzsche, Deleuze’ün fark ontolojisinin parametrelerini soruşturduğu kutsal üçlüsünden birisidir.1 Deleuze, bakış açısını Hegelci diyalektik ve Nietzscheci soykütük arasında bir uzlaşma bulma yönünde yanlış yola sevk edilmiş bir çaba olarak kabul ettiği şeye yöneltir. Ona göre Hegel düşüncesinin daima birleştirici bir senteze yöneldiği yerde, Nietzsche, aksine çeşitlilik içinde çokluk ve sevinci olumluyor görünür. Kitabın majör söylemini, Nietzsche’nin corpus’unun bütününü Hegelci diyalektiğe polemiksel bir cevap olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Bu amaç çerçevesinde Deleuze’ün özellikle Nietzsche’nin felsefi ikirciklik konusundaki anti-düalistik meydan okumasından ve erk ile bilgi arasındaki bağlantısından etkilenir. Bu bağlamda bu metin Deleuze’ün Nietzscheci kariyerinin erken döneminde hatırı sayılır bir eser olarak değerlendirilebilir ve burada yapmak istediği şey, kapsamlı bir şekilde Nietzsche felsefesi ile hesaplaşmak değil, belirli kavramları önplana alarak Nietzsche düşüncesinin yeniden üretilmesine bir katkı sağlamak ve onun düşüncelerinden hareketle kendi felsefesinin seyrine yön vermek olarak görülebilir.
Deleuze’ün Nietzsche incelemesinin acil ve merkezi unsuru, Platon ve Kant’a verdiği cevapların yanı sıra daha önce bahsettiğimiz gibi büyük oranda Hegelci varsayımların Nietzscheci söylem tarafından aşındırılması üzerine inşa edilir. Hatta bir keresinde bir yerde “düşmanların paradoksu” anlamına gelecek bu durumu şöyle dillendirmiştir: “Eğer temel kavramlarının “kime karşı” yöneltildiğini göremezsek, Nietzsche’nin eserinin tümünü yanlış anlarız. Hegelci temalar bu eserde savaşılan düşman olarak sunulmuştur, yani anti-Hegelcilik Nietzsche’nin eserine en başat durum olarak yayılır.” Nietzsche, Hegel’in ünlü “olumsuzlamanın olumsuzlanması” projesine karşı ciddi bir başkaldırıyla onun yerine bir “olumlama” felsefesi yerleştirmeyi hedeflerken bir yandan da Platonculuğu ve Kant’ın eleştirel felsefesini tahrip etmeyi amaçlar ve böylelikle post-Kantçı ve post-Hegelci bir döneme kapı aralar. Nietzsche düşüncesinin Kant’ın başlattığı ancak tamamlayamadığı eleştirel felsefe ile birlikte anılması –post-Kant dönemi işaret etmesi?, Kant’ın değerleri eleştirel analizin dışında tutmasına bağlıdır. Buradan hareketle yani Kant’ın hakikat, iyilik ve güzellik’in değerini varsayması ve onları eleştirisi ile birlikte sorgulanmamış değerlere tümüyle boyun eğmesi ve Hegel’in olumsuzlamanın olumsuzlanması anlayışına dayalı olan “köle-efendi” diyalektiği, Nietzsche’yi soykütük kavramının yeniden tarif edilmesine götürür. Kitap daha çok yukarıda belirttiğimiz Kant ve Hegel’den hareketle Nietzscheci soykütüğün ve felsefenin devindirici güçlerine ve saldırı unsurlarına odaklanır. Modern felsefenin değerler kuramının yeni bir konformizm ve yeni boyunduruklar doğurması, hatta Nietzscheci esinler barındıran fenomenolojinin modern konformizmin hizmetine sunulması Deleuze’ün Nietzsche yorumunda tashih edilmesi gereken bir noktadır. Çünkü Deleuze’e göre Nietzsche’nin yapmak istediği şey bunun tam tersidir: “Onun temellendirdiği ve tasarladığı gibi bir değerler felsefesi, eleştirinin doğru uygulanmasının, bütüncül eleştirinin gerçekleştirilmesinin, yani “çekiç darbeleriyle” felsefe yapmanın tek yoludur.”
Değer mefhumunun eleştirel bir ters yüz etme içermesinin getirmiş olduğu eleştirel sorun, değerlerin değerinin ne olduğunu yani “değerlerin değerini yaratma sorununu” beraberinde getirir. Deleuze’e göre Nietzsche’nin yaratma eylemine bağlı olarak ortaya koyduğu eleştirel felsefenin bu çift yönlü hareketi, onun değerleri eleştiriden kaçırıp, mevcut değerlerin dökümünü yapmasına ve Kant ve Schopenhauer gibi “felsefe işçilerine” ve değerleri sözde nesnel olgulardan türeterek eleştiren ve koruyan yararcılara ve akademisyenlere karşı verdiği çifte savaşımı hatırlatır. Deleuze göre Nietzsche’nin bu duruşu, değerleri kaynağına kayıtsızlaştıran yüksek temellendirme düşüncesine ve değerlere kayıtsız bir kaynak koyan nedensel türetme veya başlangıç düzlemine yöneliktir. “Beden”in yükseltilmesi lehine işleyen bilinçli bir yorumla, bilincin içinde üretilmiş anlamlara dayanarak yaşamı yorumlamaya çalışan tüm felsefe geleneğini yadsıyan bu yorum, aslında tüm yaşam, bedenler aracılığıyla ifade bulmuş güç ilişkileridir sonucunu doğurur. Bu durum ise Nietzscheci anlamda soykütük (genealogy) kavramı ile şekillenir. Çünkü Deleuze’e göre Nietzsche’nin, “yasa koyma” bağlamında Kantçı eleştirinin muhafazakar kaldığı yerleri bütüncül eleştiriye tabi tutması onu Kantçı eleştiriye eklemler. Sonuçta Deleuze için filozof bir soykütükçüdür. Filozof ne Kant tarzında bir mahkeme yargıcı, ne de yararcıların tarzında bir mekanikçidir. Onun soykütük çözümlemesinde her bir fenomen bir “gösterge”, bir “semptom”dur ve bu açıdan felsefe bütünüyle bir “semptomatoloji” ve “semiyolojidir”. Yani bir görüngüyü kavramak ve onu yeniden yorumlamak üzere yeni güç düzenlemelerine izin vermek için Deleuze, Nietzsche’nin düşüncesini, yeni güç düzenlemelerinin bir görüngüyü ele geçirip yeniden yorumlanabilmesi amacıyla, yapısalcı kuşağa daha uygun olarak, eşzamanlı bir yöne doğru yeniden yönlendirir. Ancak bu yönlendirmede yapısalcı okumalardan farklı olarak Deleuze’ün Nietzsche’sine göre anlam, keyfi gösterenler arasındaki farklı ilişkiler açısından değil, güçler, etkin ve tepkin arasındaki farklı ilişkiler açısından tanımlanır.
Nietzscheci güç ilişkilerinin merkezinde yer alan etkin ve tepkin güçler, Deleuze’e göre niteliksel ve niceliksel açılardan değerlendirilmelidir. Çünkü Deleuze’ün güç istenci çözümlemesinin temel amacı, Nietzsche’nin doğa felsefesinin gücünün baskın ve bastırılmış nitelikleri, etkin ve tepkin nitelikleri ve olumlu ve olumsuz güç istencinin karşılıklı ilişki içindeki kavramları açısından anlaşılabileceğini kanıtlamaya çalışır. Buradaki kilit kavramlar beden ve bilinçtir. Sorgulamasının daha başlarında Deleuze “beden nedir?” diye sorar. Ona göre “biz onu güçler alanı, pek çok gücün çatıştığı besleyici ortamdır diyerek tanımlıyoruz çünkü ortada ne ‘ortam’ vardır, ne güçler alanı, ne de savaş alanı. Gerçekliğin niceliği yoktur çünkü tüm gerçeklik zaten gücün niceliğidir. Birbiriyle karşılıklı bir gerilim bağıntısında olan güç nicelikleri haricinde bir şey yoktur.” Ona göre bedeni tanımlayan şey etkin ve tepkin güçler arasındaki mevcut bu ilişki biçimidir. Bedenin Nietzscheci anlamda hep bir rastlantının meyvesi olması veya bilince ve zihne nazaran en beklenmedik şey olarak ortaya çıkması, aynı zamanda bedenin yenilmez güç çokluğundan meydana gelen çoklu bir fenomeni akla getirir. “Bedenin tekliği çoklu bir fenomenin tekliğidir, ‘egemenliğin tekliği’dir. Bir bedendeki üst veya hükmeden güçler etkin, ast veya hükmedilen güçler tepkindir. Yani etkin ve tepkin, bir gücün diğer bir güçle olan ilişkisini ifade eden kökensel birer niteliktir.” Buna bağlı olarak Deleuze, etkin ve tepkin güçler arsındaki niteliksel ayrımı, erk miktarları arasındaki niceliksel ayrımın önüne alır. Bu analizin en önemli ve sağlıklı yorumu ve örneği Hegel’in köle-efendi diyalektiğinin Nietzscheci ters çevrimidir. Deleuze, efendinin “Ben iyiyim; öyleyse sen kötüsün” ve kölenin “sen kötüsün; öyleyse ben iyiyim” formüllerini dramatizasyon metoduyla ele alır: “Bu formüllerin birincisini söyleyen kimdir, ikincisini söyleyen kimdir? Ve her birinin istediği şey nedir? Bu dramatizasyonda köle olumsuz yargıdan (“sen kötüsün”) olumlu yargıya (“öyleyse ben iyiyim”) hareket ederken, efendi, kendisinin olumlu ayrımından (“ben iyiyim”) olumsuz sonuca (“sen kötüsün”) yürür. Yani kölenin tuhaf kıyası “bir olumlama görüntüsü üretmek için iki olumsuzlanmaya ihtiyaç duyarken efendinin etkin öz-olumlaması kölenin tepkin gücünün bir olumsuzlamasına eşlik eder ve onunla sonuçlanır. Nietzsche’nin etkin (sanatsal, soylu, yasa koyucu) ve tepkin (hınç, kötü bilinç, asketik ideal) güç tipolojisinde olumlama ve olumsuzlamanın karşılıklı etkileşimini izleyerek Deleuze, üstinsanın, böylelikle Nietzsche’nin çokluk ve fark olumlaması metaforunun, Hegelci diyalektiğin hazırladığı sentezlenmiş bir birlik olarak insan varlığı kavrayışına karşılık olarak sunulduğu sonucuna ulaşır.
Son tahlilde elimizdeki bu kitap, Nietzsche’nin Fransız mirası içerisinde güçlü bir yorumcusu olan Deleuze’ün -özellikle Nietzsche ve Felsefe adlı çalışması için- Nietzsche yorumunda başlangıç aynı zamanda anahtar bir metni olarak görülebilir.
1. Diğer ikisi Bergson ve Spinoza’dır. Bu konudaki ayrıntılı tartışma için bkz., Todd May, Gilles Deleuze An Introduction, Cambridge University Press, First Edition 2003, s. 26-72 arası.
* Felsefe Yüksek Lisans Mezunu. Bir Alacakaranlık Düşünürü:Emil Cioran, Aralık Yay., Mayıs 2006 ve Hiçliğin Doruklarında Cioran (Kenan Sarıalioğlu ile) Bilim Sanat Yayınları, Mayıs 2006 olmak üzere yayımlanmış iki kitabı bulunmaktadır