Fuzuli’yi, Yunus Emre’yi çıkış noktalarına diken bir ülkede yaptıklarımızı hiç de önemli görmemeliyiz. Bizim yazdıklarımızın çok ilerde önemli yapıtlar olarak ele alınacağını sanıyorum ben. Büyük ve tutarlı bir şiirin harcını kardık biz, o kadar. Önemli bir malzeme yığdık. Aramızdan bu harcı, bu malzemeyi bir duvar yapmada kullananlar olur belki. Ancak, asıl yapı ilerde, birkaç kuşak sonraki şairlerde. Onların şiir yazmak tek işleri olacak. Bir de dili kurmak için uğraşmayacaklar. Selâm ediyorum onlara, ben ki gizli ve mavi bir amatörüm (Toplu Yazılar 1, 320).
Ahmed Arif: Bütün gençler, bütün yeniyetmeler Orhan Veli’ye, Oktay Rifat’a, Melih Cevdet Anday’a öykünüyordu. Sanki şiir yalnız onların yazdığıydı; onların yazdığından başka şiir olmazdı sanki. Gençlerin bu bilinçsiz tutumu şiirimize zararlı olmuştur. Ama genç sanatçıların çoğu böyle olmakla birlikte, aralarında kendi çıkış noktalarını geliştirmeye çalışan, Orhan Veli ve arkadaşlarına pek kulak asmayan kimseler de yok değildi. Ahmed Arif’i de bunlardan biri olarak görüyoruz. İlk şiirinde bile, Garip’le gelen şiirin içeriğine aldırmamıştır. Önerilmekte olan ve bir çeşit şiirsiz şiir diyebileceğimiz hareketi umursamadan kendi doğrultusunda çalışan birkaç şairden biri de odur (TY1, 133). Bkz. Garip Hareketi.
Her şairin konuşma tarzıyla (hatta yüzüyle) şiiri arasında bir yakınlık bir benzerlik vardır muhakkak; ama konuşmasıyla şiiri arasında bu kadar bir özdeşlik bulunan bir şaire ilk kez Ahmed Arif’te rastlıyordum. Onun şiiri, konuşmasından alınmış herhangi bir parça gibidir; konuşması ise, şiirinin her yöne doğru bir devamı gibi. Bir bakıma “oral” (sözel) bir şiirdir onunki (TY1, 134).
Yaşsız bir şiirdir Ahmed Arif’in şiiri. Günün değil, çağın değil, çağların “aktüalite”siyle doludur (TY1, 136).
Ahmet Hamdi Tanpınar: Bkz. Turgut Uyar.
Ahmet Haşim: Bkz. Aşk; Yahya Kemal Beyatlı.
Ahmet Muhip Dıranas: Bkz. Turgut Uyar.
Anlatıma Bağlı Şiir: Bkz. Nâzım Hikmet.
Aşk: Aşkın büyük bir tutku olması ya da büyük bir tutku halinde şiire akması ilk Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’le başlamıştır (TY1, 33).
Aşka arkadaşlık, dostluk, dayanışma öğesini ilk katan şairimiz Nâzım Hikmet’tir (TY1, 35).
1940–1960 yılları arasındaki şiirde aşk teması hem ülkücü olanlarda, hem olmayanlarda toplum düzenine karşı bir başkaldırma haline dönüşmüştür (TY1, 37). Bkz. Kurulu Düzen; Divan Şiiri, Divan Şairleri.
Ataol Behramoğlu: Halkın Dostları’na alınan “Onun Türküsünü, Guevara’nın” şiiri enez bir şiir. Üstelik çok kolay bir şiir. Bugün yurdumuzda bu tür şiirleri yazabilip de dergilere gönderme gereği duymayan yüzden fazla genç şair var. Kendisini Çağrı’ya yazdığı zamandan beri izlerim. Ataol Behramoğlu alınmasın, ama, şu Anadolu’da o kadar beleşten şair olunabileceğini mi sanıyor? (TY1, 339).
Attilâ İlhan: Ne demek yurdun ve ulusun yararına eserler vermek. Attilâ İlhan heybesinden daha neler çıkarırsa çıkarsın bu sözün anlam ve sorumluluğundan kolay kolay “tebriye-i zimmet” edemeyecektir (TY1, 234).
Azalan Verimler Kanunu: Şiirde de azalan verimler kanunu var. Dil bir açıdan işlendikçe o alanda elde edilen verimler bir noktadan sonra azalmaya başlıyor. Bu, bir bunalıma yol açıyor. Bunalımlar da yeni şiir alanları, yeni açılar bulunmasıyla sona erer hep. Şiirimizde şimdi yeni bir eğilim başladı. Bir iki yıldır dilin iç, daha derin manalarıyla baş başayız (TY1, 194).
Bağımsızlık Savaşı, Şiirin: Bkz.: Garip Hareketi.
Baki Süha Ediboğlu: Baki Süha Ediboğlu’nun şiir kitabı Varlık Yayınları arasından çıktı. Bedeli bir lira. Edinip okumanızı öğütleriz. Eğer Cahit Sıtkı’nın, Necati Cumalı’nın, Oktay Rifat’ın ne denli bozuk gösterilebileceklerini bilmek istiyorsanız Karanlıkta Geçen Gemiler adlı bu kitabı ne yapıp yapıp okumalısınız (TY1, 246).
Batılı Gibi Dolaşıp Duranlar: Bkz. Tanzimatçılar; Servet-i Fünun.
Behçet Necatigil: Behçet Necatigil’in şiirlerinde günümüz küçük adamının bunalımını görüyoruz (TY1, 219).
Behçet Necatigil şiirimizi yapmış ve yapan ustalardan biri, son kitabı (Arada, 1958; sekoya) da ilginç bir sanat olayıdır. Sanatı izliyorum diyen herkesin okuyacağı bir kitap. Ama n’olur, okursanız, o kitaptaki şiirleri sesli olarak okumayınız (TY1, 259).
Behçet Necatigil mırıldanan bir şairdir (TY1, 219). Bkz. Kişilik; Küçük Adam.
Biçim: Bir şiiri şiir eden o şairin genel fikir eğilimi değil, onun kişiliğinden ayrı olmayan özel perspektifidir. Yani biçim (TY1, 217).
Şiir, özellikle, bir biçim sanatıdır (TY1, 217).
Biçim şairin sıcak ve yaratıcı iç evreninin sembolüdür. Eşyayı kavrar, tutar kaldırır, götürür, ona yeni yerler kazandırır (TY1, 218). Bkz. Çizorname.
Bin Dokuz Yüz Kırk Savaşı: Bkz. Garip Hareketi.
Cahit Külebi: Cahit Külebi Kırın tek şairi (TY1, 149).
Cahit Külebi’nin erdemlerinden biri müziği de mahalli renkleri de pratik birtakım başvurmalarmış gibi değil, baştan sona dek kendiliğindenmiş gibi gösterebilmesindendir (TY1, 272).
Bence Cahit Külebi’nin son yıllarda eski başarı çizgisinin altına düşmesinde en büyük sebep eğleni havasından lirik havaya geçmeyi denemesi ve kendi şiirini bu yolda yanlış bir yorumdan geçirmesidir. Çünkü şiirinde her şeyi kurtaran, ayakta tutan unsur müziğe yasladığı bu eğleni havasıydı (TY1, 273).
Hiçbir şair bir şiiri bitirmeyi Cahit Külebi gibi bilmez. Oktay Rifat bile (TY1, 150).
Cahit Sıtkı Tarancı: Bkz. Ziya’ya Mektuplar.
Can Yücel’in Şiiri: “Zekânın iyi niyeti” diye özetleyebiliriz Can Yücel’in şiirini (TY1, 139).
Cenap Şahabettin: Bkz. Görüntü, Şiirimizde Görüntü.
Ceyhun Atuf Kansu: Ceyhun Atuf Kansu’nun şiirindeki Ömer Bedrettin’i atması ile sanatını evrensel temalara, toplumcu temalara doğru genişletmesi aynı zamanlara rastlar: 1950 sonrası (TY1; 154).
Ceyhun Atuf alçakgönüllü bir şair. Ama gerçek bir şair (TY1, 287).
Babam Ceyhun, tıpkı Dedem Korkut gibi boy boyluyor, soy soyluyor (TY1; 156).
Chagall: Ben kendi payıma, kimsede Chagall’daki kadar adamı çarpan, bozan, alıp götüren şiirsel çağrışımlar görmedim (TY1, 239).
Cumhuriyet Şiirinin İlk Dönemi: Cumhuriyet şiirinin ilk dönemi de yöneticileri devrimci görmekte, hatta devrim konusunda yine de kendilerinden ileride olan yöneticilerin gidişine ayak uydurmaya çalışmaktadırlar (TY1, 51).
Nâzım Hikmet’e kadar uzanan Cumhuriyet şiirinde (..), düşünce, CHP Tüzüğü’nün ve Mustafa Kemal’in Nutuk’unun kısa yorumları olmaktan ileri gitmemektedir (TY1, 50). Bkz. Nâzım Hikmet.
Çeviri Şiir/ler: Bugün, sanırız, bir Prevert’in, bir Eliot’ın, hatta bir ikinci, üçüncü sınıf şairin Türkçeye çevrilmiş şiirleri birçok ülkede çevrilenden daha fazladır. Bunların Türkçede yeni ağıntılar yarattıkları kuşkusuzdur. Türk şairi yabancı dillerdeki şiirsel atılımlar üstüne izlenimler kazanmıştır. Türkçede dünya şiirinin bir laboratuarı yaratılmıştır. Çeviriler kötü de olsa, çevrilenlerin çoğu gereksiz de olsa, böyle bir sonuç çıkmıştır ortaya (TY1, 81). Bkz. Dünya Şiiri.
Güzel şiir, çevrilirken ikinci dilde bir dalgalanma meydana getirir. Çevirmenine yeni ufuklar açar. Ve o anda ikinci dilin kendi içindeki bütün şiirsel değerleri de üstlenir. Kendi konumunu kendisi getirir. Doğurgandır, çevirtir kendini (TY1, 99).
Şair, şiir çevirirken kendi şiirsel malzemelerini harcar (TY1, 164).
Çizorname: Bu şiirde asıl olan biçimdir. Dahası, bu şiir biçimden ibarettir. Biçimin nerelere kadar gidebileceğini gösteren kenar (marjinal) bir örnektir bu şiir. Hem de kapı gibi şiirdir, sağlamdır, hâlâ yaşıyor (TY1, 216).
Dada Şiiri: Dada şiirinin dokusu fazla otomatik ve fazla gereksizdir. Hatta gerekçesiz imajlar, temler o şiirin özelliğidir diyebiliriz (TY1, 270).
Deneysel Şiir: Bkz. Fazıl Hüsnü Dağlarca.
Deyişler, Özdeyişler:
– Hükümdara mersiye yazılabilir, türkü yakılamaz (TY1, 110).
– Yahya Kemal bir kültürün hesap verişi ve verebilişidir; öte yandan Cumhuriyet şiirine karşı koyuşudur (TY1, 65).
– Türkiye’de en ileri şey şiirimizdir diyorum (TY1, 278).
– Şiir bizde olandır. Düzyazı bizde kalandır (TY1, 292).
– Şiir dil içinde ikinci bir dildir, ama kuşdili de değildir (TY1, 322).
– Arı çiçek yiyip bal yerine yine çiçek yapmaya başlarsa tehlikeye düşmüştür (TY1, 322).
Dil: Dil, şairin en büyük seçmesidir. Dili seçerken şiirini de seçer şair (TY1, 78). Bkz. Servet-i Fünun.
Şiirin gizleri de, şansları da, bereketi de, yaşayan, daha doğrusu yaşanan, dildedir. Özel dil, ancak ortak dilin içinde yaratılabilirse bir değer taşıyabilir; şiirsel duyarlığı iletebilir; vurucu olabilir (TY1, 322).
Yahya Kemal konuşulan dilin şiirine yönelmişti. Nâzım Hikmet otuz yıl önceden bugünkü Türkçenin alacağı biçimi sezinlemişti. Ama Türkçeden aldıkları olanakları şiirsel planda elektrikleyerek yine kitlelerin Türkçesine gönderecek etkinliğe yalnız bu şairler sahip oldu (TY1, 84). Bkz. Şiir; Şair.
Dilin Orgasm Noktalarının Büyüsü: Bkz. Turgut Uyar.
Divan Şiiri, Divan Şairleri: Divan şiiri bir hükümdar şiiridir, hükümdar adına yazılır (TY1, 31).
Görkemli bir gramerdir Divan şiiri; gazel, kaside. Bir minyatür sanatıdır. Bir dokuma sanatı (TY1, 31). Bkz. Dize.
Binlerce tegazzül’den anlaşılıyor ki şair kurulu düzenden memnundur; kurulu evren düzeninden, kurulu hayat düzeninden, kurulu imparatorluk düzeninden. Çok kez sevgiliyle onaylar bu düzeni. Geniş zamanın rahatlığı içinde (TY1, 30). Bkz. Kurulu Düzen; Yeni Şiir / Yenilik Şiiri.
Dize: Divan şiiri küçük ve birbirinden bağımsız bölümlerden meydana geliyordu: dizelerden. Tanzimat şairleri dizenin o türlü egemenliğine son verdiler. Anlamı ve şiirsel bağlantıyı şiirin bütün gövdesine yaymaya çalıştılar. Servet-i Fünun şiiri bu işi daha da ileri götürür (TY1, 38).
Garip şiirinde, özellikle Orhan Veli’nin şiirinde, dizenin içinde ayrıca bir söz ekonomisi yoktur. Bütün şiirin kuruluşu bir dizenin kuruluşu gibidir (TY1, 39). Bkz. İmgeci Şiir.
Dünya Görüşü: Bkz. Mehmet Akit; Tevfik Fikret.
Dünya Şiiri: Bugün, gerçek şiirin daha çok İspanya’da, Fransa’da, Latin Amerika ülkelerinde soluk aldığı bir gerçektir. Bunlara Akdeniz ülkeleriyle Türkiye’yi de rahatlıkla katabiliriz. Özellikle Latin Amerika ülkelerindeki uluslarla Akdeniz ülkelerindeki ulusların benliklerindeki ökelik en arı görünümüyle şiirde belirmektedir (TY1, 80, 81). Bkz. Çeviri Şiirler.
Düşünce: Sanatta, özellikle şiirde, geleneksel biçimlerle bağlı olmak başkadır, onlara toptan hüküm giydirmek başkadır. Üstelik bu biçimlerin bir yerde halk duyarlığının yapısından parçalar olduğunu da unutmamak gerek. Bunları kökten yadsıyan sanatçının elinde tek silah kalıyor: düşünce (TY1, 172). Bkz. Şair; Şiir.
Edip Cansever: Edip Cansever son şiirlerinde imgelerini çözerek daha yalın bir şiire doğru gidiyor (TY1, 40).
Yerçekimli Karanfil’de şiir eşyadan çıkıp gidiyor: Şiir bütün bütüne bir kelime sanatı oluyor. Bunu başarabiliyor mu Edip Cansever? “Bazen” diye karşılık veriyorum bu soruya ben kendi payıma. Edip Cansever’in bir kusuru var: Somutlayamamak. Soyuta gidiyor ama onu somutlayamıyor. Bunu yaptığı gün hepimiz çok daha güzel, hatta korkunç şiirler okuyabileceğiz (TY1, 242).
Eleştirmenler: Türkiye’de eleştiri temelde araştırmaya dayanmıyor. Bir ikisi ayrık tutulursa eleştirmenlerin geriye doğru atılmış sağlam köprüleri yok (TY1, 120).
Eleştirmenler, soylu şairlere fazla dokunmayın. Gerçek şiirin kanlısı olursunuz sonra (TY1, 295).
Fazıl Hüsnü Dağlarca: Başlangıcından bugüne kadarki Türk şiirinin ustaları arasında çevresinden en az etki alan şair odur. Ufkumuza çektiği şahane çizgisiyle Emerson’un şu sözlerini benimsemiş gibidir: “Bir insanın kendi ökeliğine olan güveni, inanışın ta kendisidir” (TY1, 68).
1940’lardaki şiir devrimi aklın aydınlığını getirirken, o, sezgi döneminin doruğunu yaşamaktadır. 1953-54 yıllarında şiirimiz genç kuşakla akla yan çizen bir tutuma girince de bu kez o şiirini akla yaklaştırıyor. Kısaca: şiirin genel gelişim çizgisi içinde hep karşı kutupta yer alıyor (TY1, 69). Bkz.: Garip Hareketi.
Fazıl Hüsnü’nün çıkışı da, gelişmesi de şiirimizin genel diyalektiğinden bağımsızdır. Bu yüzden getirdiği değerler de salt kendine ilişkin bir nitelikte olmuştur (TY1, 70).
Fazıl Hüsnü’nün şiiri benzersiz bir yaratığın soluk alıp vermesi gibi bir şeydir. Başka bir özneye geçirilmez (TY1, 70).
Fazıl Hüsnü Dağlarca Yeni şiirin kendi olanakları içinde evriminden sonra oluşmuş kenar bir kişilik gibidir (TY1, 65).
Fazıl Hüsnü eskiden “refleks” şiir yazıyordu, “otomatik” şiir yazıyordu. Kişiliğini, ününü, kırk yaşını hep o şiir türüne borçlu. Birkaç yıldan beri ise daha çok “deneysel” şiire, aklın oranlarını deneyen bir şiire atlamış bulunuyor (TY1, 243).
Şiirimizde anlamsızı ilk deneyen (..) odur (TY1, 62). Bkz. Görüntü, Şiirimizde Görüntü.
Fazıl Hüsnü’nün kelime diyalektiğinden, uzak çağrışımlarından birçok arkadaş yararlanmıştır, ama işlevini belkemiğine oturtacak şekilde kimse onun şiirini üstlenmemiştir (TY1, 96). Bkz. Kişilik.
Folklor Şiire Düşman: Folklorda şiirin bugünkü entelektüel niteliğini taşıyacak yeti yoktur. Halk deyimlerinin havası şiirin kanat çırpmasına imkân vermeyecek kadar dar bir havadır (TY1, 192).
Garip Hareketi: Garip’le gelen Yeni şiir davranışının iki temel özelliği olmuştur. Önce şiirin temeli ve evrensel sorunlarını harmanlayan genel bir yenilik niteliği, sonra da belli bir şiirsel tutumu yüklenmiş özel bir akım niteliği. Garip hareketi bir genel yenilik olduğu kadar bir akımdır da. Yenilik yapılmış ve yeniliğin içindeki şairlerin aynı havayı tutturmaları (sözgelimi küçük adamın serüvenlerini, günübirlik yaşantıları sadelik içinde anlatmaları) beklenmiş, sanki o yenilik sadece o tip şiire ilişkindir sanılmaya başlanmıştır. Oysa kazanılan, bir şiir türünün değil, bütün şiirin bağımsızlık savaşıydı (TY1, 65). Bkz. Orhan Veli; Nurullah Ataç.
Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet, şiiri insan içine çıkardılar, şiire kasket giydirdiler, şiire elma yemeyi öğrettiler. Sokaktaki adamın şiirine yöneldiler (TY1, 63, 64). Bkz. Aşk.
Garip, ortak dili kalkındıran bir davranıştı (TY1, 65). Bkz. Fazıl Hüsnü Dağlarca.
1940 şiirini benimsemeyebiliriz, ama o şiirin giriştiği ve kazandığı kavgayı iyi niyetle incelemek, bir yerde haklı bulmak, bunu yaparken ikiyüzlü olmamak zorundayız. 1940 savaşı şiirin özgürlüğü konusunda olduğu gibi toplum sorunları konusunda da büyük ve önemli bir savaştır (TY1, 83).
Orhan Veli, Oktay Rifat’i on üç, Melih Cevdet’i on beş yaşında tanımıştır. Bu, onlara, Başka şiir topluluklarında görülmeyen cinsten bir yakınlık, ortaklaşa bir söz hazinesi, hatta ortak bir şiirsel sözdizimi kazandırmıştır. Hemen hemen aynı temaları işlemeleri de ayrı (TY1, 86). Bkz. Yeni Şiir / Yenilik Şiiri.
Gelenek: Bütün sanatlarda olduğu gibi şiirde de her gerçek yaratışın diriliği, tutarlığı bir geleneğin varlığına bağlıdır (TY1, 318). Bkz. Okur / Şiir Okuru.
Gerçek/ Gerçeklik: Sanat yapıtı gerçeğin asalağı olmamalıdır, ama bütün bütüne de ondan kopmamalıdır, ondan kopmayışın kanıtlarını taşımalıdır (TY1, 136, 137).
Görüntü, Şiirimizde Görüntü: Cenap Şahabettin’in şiiri seçkin diyebileceğim görüntülerle doluydu; Necip Fazıl bir görüntü ustasıydı; Nâzım Hikmet en güzel görüntüleri bulmuştu. Ancak görüntünün bir sorun olarak şiirimize girmesi, görüntünün bir şiirin kendisiyle kaynaşması, kendisi olması, görüntünün şiirden şiire organik bir şekilde dağılması Fazıl Hüsnü’yle başlamıştır (TY1; 62). Bkz. İmge; İmgeci Şiir.
Güç Şair: Bkz. Mallarmé.
Günce: Bkz. Nurullah Ataç.
Haberci: Bkz.Yeni Şiir / Yenilik Şiiri.
Hececi Şiir, Hececiler: Hecenin kalıplarını gazete bulmacası gibi doldurma kaygısı şiirin temel ve soylu kaygısından üstündür onlarda (TY1, 43).
Humour: Sanatta, özellikle şiir sanatında, humour gelenekten doğar (TY1, 275).
İkinci Yeni: İkinci Yeni’yi (..) dilde “iç uyum” arayan bir girişim olarak nitelendirebiliriz: İkinci Yeni dilin iç olanaklarını araştırırken böyle bir zorunluluktan hareket ediyordu (TY1, 146).
İmge: Bkz. Edip Cansever; İmgeci Şiir.
İmgeci Şiir: İmgeci şiir dizeyi daha çok besliyor, ona ayrıca bir iç ekonomi sağlıyor. Çok küçük de olsa, ona bir bağımsızlık tanıyor. Çünkü imgeci şiirde, şiirsel yük, kendi özel yapısını oluştururken dizeleri de kurmuş oluyor. Dizeyle imge arasında bir iç içelik vardır. Bazen dize o görüntüdür. Onun bütününü kavramaktadır. Oysa imgeye dayanmayan şiirde dize o kadar önemli olmayacaktır. Bir araçtır desek, yeri. Türk şiirinde dizenin yeniden önemsendiği, bir dirim sonucuna varılabilir (TY1, 40). Bkz. Dize; Görüntü, Şiirimizde Görüntü; Neruda’nın Şiiri.
İnsan: Bkz. Tevfik Fikret.
İroni: İroninin var olması için bir sanatta düşünce ortamının bulunması yetmez, o ortamın belli bir gelişme düzeyine varması, zenginleşmiş, her türlü çağrışım örgüsünü çağrışım örgüsünü kurmuş olması da gerekir (TY1, 139).
İroni, şiirin en yüce aşaması değildir elbet, hem hiç değildir; ama ironiye şiirin belli bir gelişim düzeyinden sonra rastlanabildiği de bir gerçek (TY1, 139).
İsmet Özel: Sadece hücum borusu çalıyor o (TY1, 338).
Jüri, Şiir Armağan Jürisi: Ben olsam bir şiir armağan jürisini aşağıdaki sanatçılardan kurardım. Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Sezai Karakoç, Salâh Birsel, Ceyhun Atuf Kansu, Turgut Uyar, Muzaffer Erdost. Yedi kişi. Bunlardan kurardım işte ben jürimi (TY1, 266).
Kafiye: (..) Şiirimizde kafiyenin bırakılması dilimizde kafiye imkânı bulunmamasındandır biraz da. Osmanlıcadan Türkçeye geçtikten sonra, bir süre taze kafiyelerle iş idare edildi. Sonra sonra, bir kafiye yoksulluğuna düşüldü. Dilimizin yapısı gereği (önek yoktur dilimizde) kafiye yapmanın olanakları sınırlıdır. Onlar kullanıldıktan eskitildikten sonra bir bunalım başladı. Birçok şairin hep Yahya Kemal’in kafiyeleriyle yazmasının nedeni budur. Bu yüzden kafiyesiz şiire geçiş bir zorun karşılığı olmuştur. Ya da bir zorakiliğin bozulması (TY1, 82).
Kafiyesiz Şiire Geçiş: Bkz. Kafiye.
Kelime Eşitsizliği: Eskiden laf değerleri, kelimeler birbirine eşit değillerdi. Kelime kastları, kullanılma değerleri yüksek temalar, ayrıcalı görüntü toplulukları vardı. Batı şiirinde, sembolizmin şiir görüşü olarak bir gereğiydi. Bu bakımdan ona aykırı düşmüyordu. Oysa Türk şiirini yapanlar ya da değerlendirenler şiiri böyle tanımlamaktaydılar. Bu şiir görgüsünün, deneyinin düşünce olanaklarıyla birleşmemesinden, şiirin sorunları üstünde kafa yorulmamasındandı. Osmanlı toplumu son sıralarda nasıl çağının önde gelen değer yargılarını kovalayamamış, sıkışmış, duruk bir toplumu idiyse, o günlerin şiiri de öyle yozlaşmış, enezleşmiş, gelişme çizgisini tamamlamaktan vazgeçmiş bir şiirdi. Belli temalar, belli görüntüler kullanılıyordu. O temaların, o görüntülerin üstünlüğü vardı. Şu kelime şiire girerdi, şu kelime girmemeliydi. Son çeyrek yüzyılda şiirde kelime eşitsizliğinin kaldırılması yolunda kesin ve yürekli bir davranış görüyoruz. Bu, (..) alan genişliğiyle birleşince şiirin olanaklarını sonsuz genişletti (TY1, 64).
Kişilik: Kişiliğin tadı şiir dünyasını bir tuttu ki bugün, bir şiiri bir şair yazarsa güzel oluyor da aynı şiiri bir başkası yazınca olmuyor (TY1, 193).
Klee’nin resimlerinde konuşan tek şey stilizasyondur; bizim deyimimizle kişilik… O kadar olmamakla beraber Michaux’nun şiirlerinde de öyle. Fazıl Hüsnü’nünkülerde de deformasyon eğilimleri, bu eğilimlerin bunca gelişmesi sanatçıya doğrudan doğruya kendisi olmak imkânlarını tamamiyle kazandırmıştır /TY1, 204).
Ben, bir şiir onu yazan şairden başka bir şey değildir diyorum. Eğer bu sözümü kabul ederseniz Behçet Necatigil’i çok iyi bir şair olarak düşünmemiz gerekecek, Fazıl Hüznü Dağlarca’yı büyük bir şair olarak düşünmek gerekecek (TY1, 220).
Şiiri organik bütünüyle, şairin kişiliğiyle şartlandırarak incelemek ya da değerlendirmek gerekir (TY1, 252, 253).
Kişiliği olan şair evreni değiştirir ve kişiliği olan şairin şiiri somuttur. O şairin şiirleri birbirini somutlar. Bir noktadan sonra da artık şiirin güzelliği değil özelliği önemlidir (TY1, 280).
Konu: Şiir her şeyi anlatma özgürlüğünü kullanmalıdır diyorum (TY1, 379).
Konuşulan Dilin Şiiri: Yahya Kemal konuşulan dilin şiirine yönelmişti. Nâzım Hikmet otuz yıl önceden bugünkü Türkçenin alacağı biçimi sezinlemişti. Ama Türkçeden aldıkları olanakları şiirsel planda eletrikleyerek yine kitlelerin Türkçesine gönderecek etkinliğe yalnız bu şairler sahip oldu (TY1, 84). Bkz. Dil; Mehmet Akif.
Konuşma dili şiirin mayasıdır (TY1, 299).
Kuram / Teori: Bugüne dek şiirin daha çok sorunları üstünde çekişildi. Öyleki bakarsanız şiirlerde bile o soyut sorunlara değişen kuramsal savlar vardı. Oysa kuramdan değil şiirsel gerçeğin yaşantıyla birleştiği yerden, kendinden fırlamak gerek. Bir yerden sonra kuramla uğraşır olmak şiire onca faydalı olmuyor. Hatta sakıncaları beliriveriyor ölçüyü aşınca. Çünkü şiiri kuramla birlikte yürütmek, şiirin çatısını kuramın meydana getirmesi gibi bir olayla karşılaştırabiliyor şair kişiyi (TY1, 289, 290).
Şair şiirini yazacak, bir yandan da kuramını geliştirecektir. Önce şiir sonra kuram. Ve kuramın şiirle haklılaşması, doğrulanması. Töresi budur bu işin (TY1, 336).
Kurulu Düzen: Şiir kendi doğasının bir gereği olarak kurulu üzenlerin değerleriyle çatıştığından, kurulu düzenleri yıkmak isteyenler siyasal amaçları uğrunda iyi silah kullanan bir melek gibi alkışlıyorlar bazen onu. Şairin kurulu düzene karşı biriktirdiği değerlerden de bir güzel yaralanıyorlar. Yani sıcak devrim düşünceleri ya da yönsemeleri ile şiir arasında bir süre sıkı bir akrabalık bağı kuruluyor. Ama sonra, devrim yapıldıktan sonra ne oluyor? Yeni düzen zaferini kazandıktan, yerine oturmaya başladıktan sonra kendi mantığının amansız kuralları gereğice aforoz edeceği, darağacına yollayacağı ilk adam olarak şairi seçmektedir. Çünkü kendisi de artık bir kururlu düzendir, oturmaya başlamış bir ahlaktır, ilkel ve katıksız doğaya karşı uygulanan toplumsal bir sıkıyönetimdir (TY1, 57, 58). Bkz. Muhammed, Hz.; Divan Şiiri, Divan Şairleri; Yeni Şiir / Yenilik Şiiri.
Kurulu düzenin değerlerini kovarak, eskiterek, yıpratarak işler şiirin çarkı (TY1, 143).
Küçük Adam: Bkz. Orhan Veli; Behçet Necatigil.
Lorca’nın Şiiri: Lorca, bireyi temel bir trajik içinde kavrar; görüntüleri uzak çağrışımlardan ya da gerçeğin derinlerinden geçirir. Bir alt konuşma, bir sezgi süreci, bir uyurgezerlik fonu vardır onda (TY1, 45).
Makinalaşmak Şiiri: Bkz.: Nâzım Hikmet.
Mallarmé: Mallarmé’nin ilk şiirleri aydınlıktır gerçi, ama giderek karanlık, hatta mistik bir bölgede durmuştur; ününü, asıl sanatını orda tamamlamıştır. Ayrıca “güç” bir şairdir; şiirlerinde anlam belirsizdir. Seyrek kullanılan sözcük yığınakları, akışkan, saçaklı bir anlam ya da dizileri meydana getirir. Anlamlar kendi aralarından birleşmez, kaynaşır. Mallarmé sözdeki ezgi gücüyle nesnelerin özüne inmek ister. Söze bir gizem kazandırmak da ister (TY1, 20).
Mayakovski; Mayakovski için, ritm, bir yerde, her şeydir; “şiirin temel gücünü” ritimde bulur o; bir endüstriye benzettiği için ritm, manyetik gücü ya da elektriklenmeyi temsil eder (TY1, 136).
Mehmet Akif: Tevfik Fikret’le Mehmet Akif, (..) kendi dünya görüşlerinin şiirsel karşılığını bulma yolunda çalışmış ve onu ayrıntıya indirebilmiş iki şairimizdir (TY1, 50).
Bence Mehmet Akif’in konuşulan Türkçeyle yazmasından başka bir değeri yok. Estetik açıdan Mehmet Akif’in şiir formu anonimdir, adsızdır. Safahat’taki mısralar Mehmet Akif’e ait oluş niteliğini sadece kavradığı konudan alır. Mehmet Akif’i yaratan şiirdeki konudur (TY1, 213).
Meşrutiyet: Tanzimat düşüncesi kendini Namık Kemal’de özetlemiştir. Meşrutiyet, Tevfik Fikret’i yaratmıştır (TY1, 50). Bkz.Tevfik Fikret.
Mısra: Her mısra evreni değiştirir şiirde (TY1, 279).
Muhammed, Hz.: Nedir ki Muhammed, “Şuara Suresi”nin de bir yalvacı olup çıktı sonunda. Şairi aşağıladı. Çünkü o bir din getirirken bir devlet düzeni de getiriyordu. Yeni bir hukuk ağıntısının da kurucusuydu. Sadece sonsuz olanla değil, günlük olanla da uğraşıyordu. Sert bir yasa koyucuydu (TY1, 58). Bkz. Kurulu Düzen.
Namık Kemal: Tanzimat düşüncesi kendini Namık Kemal’de özetlemiştir. Meşrutiyet, Tevfik Fikret’i yaratmıştır (TY1, 50). Bkz. Tanzimat, Tanzimatçılar.
Namık Kemal’in Paris’e kaçtığı yıl Baudelaire’in ölüm yılıdır (1867). Tanzimatçıların, hatta Servet-i Fünuncuların hemen hiçbirinin Baudelaire gibi bir şairin varlığından pek haberleri olmadığı anlaşılmaktadır (TY1, 31).
Nâzım Hikmet: Soylu bir şair Nâzım Hikmet. Bugüne kadar erimeden gelmiş bir şair. Sağlığın güneş şarkısı diyorum ona. Dadal’ın aslan şarkısı. Yüreğin ve cesaretin aslan şarkısı. Her genç şairin ondan öğreneceği var. R. Garaudy’nin hocası Picasso için kullandığı sözü, ben de onun için söyleyeceğim: Türk şiirinin N vitamini. Okudukça yüzünüze kan geliyor (TY1, 48). Bkz. Soylu Şair; Aşk.
Serbest yazışa ilk geçtiği sıralarda, çok kekeme, hatta zevksizdir. Kısa ve uzun mısralar arasında kafiyelerle, zorlama seslerle bir ritm kurma eğilimindedir (TY1, 43).
Nâzım Hikmet, şiirini hayatıyla tam doğrulamış bir şairdir. Ama daha önemlisi siyasal tutumdaki birçok şairin aksine, hayatını şiiriyle eksiksiz bir planda doğrulamayı da bilmiştir. Devrim düşüncesiyle şiirsel yük müthiş bir bütünlenme içindedir onda. Ve bu bizim şiirimizde Nâzım Hikmet’e kadar rastlanmayan, dünya şiirinde de seyrek rastlanan bir özelliktir. Şiirsel onur yiğitlik tavrıyla bir arada gider Nâzım Hikmet’te. Şiirin en büyük deneylerinden biri (TY1, 51). Bkz.: Cumhuriyet Şiirinin İlk Dönemi; Siyasal Şiir/ler.
Onda olan en önemli şey “makinalaşmak” şiirinde olmayandır; anlatım güzelliğidir, dildir, eski duyarlığı silkelemedir, anlatımın söylenen hikâyeyi kendi dinamiğine çekip götüren diyalektiğidir (TY1, 47). Bkz. Görüntü, Şiirimizde Görüntü.
Ben onun büyüklüğünü, şiirde yaptığı atılımlara değil, daha çok dil girişimine bağlıyorum. Koyu, çok sıcak bir şiir dili yaratmıştır. Yontmaz, yoğurur; kalın kalın, ama dolu dolu bir deyişi vardır. Bütün bütüne anlatıma bağlı bir şiirdir Nâzım Hikmet’in şiiri. Bununla birlikte anlatımın getirdikleri dışında da şiirin alanını iyice genişlettiği görülür (TY1, 43). Bkz. Konuşulan Dilin Şiiri; Dil.
Temelde bir duygu adamıdır Nâzım Hikmet. Kendisiyle hesaplaşmaya cesaret etmesine, Osmanlı duyarlığını parçalamaya çalışmasına karşın, yine de o duyarlığın kadrosu içindedir (TY1, 45). Bkz. Yeni Şiir / Yenilik Şiiri.
Necati Cumalı: Güneş Çizgisi’ndeki şiirler alaminüt şiirler, şipşak şiirler. Görünce seviyoruz. Kanımız kaynıyor. Ama sonra hemen unutuveriyoruz (TY1, 242).
Necip Fazıl Kısakürek: Bu sanatçı sözgelimi Apollinaire’in, Larbaud’nun, gerçeküstücülerin, toplumcu gerçekçilerin, onlardan sonra gelenlerin yapıtlarını da izleme olanağı bulamamış, dahası, böyle bir niyet içinde olmamıştır. Bunu nereden çıkarıyorum? Yazdığı şiirlerden, şiir üstüne yazdığı yazılardan. Bir noktadan sonra Türk şiirinin ve dünya şiirinin ortak mirasından yararlanamaz duruma düşmüştür. Bu da yapıtında bir düzey yitimiyle sonuçlanmıştır. Sadece dil değerlerinden değil, hayat değerlerinden de kopmuştu Necip Fazıl (TY1, 388). Bkz. Görüntü, Şiirimizde Görüntü.
Neruda’nın Şiiri: Neruda’nın şiiri toplumsal çevrede ekonomiyi temel alır (TY1, 45). Bkz. Siyasal Şiir/ler.
Neruda’da imge doğal olanın yanına insani bir öğe katmaktadır. İnsana özgü bir şeydir imge, insanca bir şeydir (TY1, 105).
Nurullah Ataç: Anlara, durumlara, kişisel duygulara bağlı olarak ileri geri düşünmek onun yazma yöntemidir. Yapıtının bütününe günce demeliydi (TY1, 23).
Baştan sona Ataç’ın baş tacı Yahya Kemal’dir (TY1, 24).
Yeni Şiirin tutunmasında en büyük pay Ataç’ındır. Öyle ki, bir yazımda da dediğim gibi, Garip’in dördüncü kişisi o olmuş. Orhan Veli’nin zaferi onun da zaferidir (TY1, 27, 28).
Ataç’ın yazılarında öne çıkan iki öğe var: Alay ve öfke. Sevmediklerine alayla karşılık verir; sevdiklerine ve gençlere ise öfkesini yöneltir (TY1, 29).
Oktay Rifat: Somut, dobra, düşünmeye elverişli, çağrışım ağı onarılmış ve yaşama sevinciyle etekleri zil çalan bir dil. Oktay Rifat bu dilin en afacan şairi, en çevik şairi (TY1, 84).
Beş duyunun şairidir Oktay Rifat. İlk şiirlerinde bütün bütüne öyledir. Ben’in doğal çevre karşısında bir yerde yansımaya dönüşen ilk şaşkınlığı içindedir. Alaydan çok sevinç içinde. Nesneleri en çok sevinç uyandıran yanlarıyla görür, izlenimleri eksiltili (eliptik) bir dille dışarı vurur (TY1, 86). Bkz. Konuşulan Dilin Şiiri; Dil; Cahit Külebi.
Oktay Rifat çok kolay şiir yazıyor. Yüzde ellisi şairin kişiliğiyle ilgiliyse kalan yüzde ellisi de bu tip şiirler kolay yazılacağından ileri gelen bir kolaylık bu. (..) da lafını ettiğimiz şair kişiler yanında onun durumu bir montajcının durumudur. Uygun bir deyimle, belli biçimlerin sınırları içinde deyimleri birbirine çakmaktadır (TY1, 189).
Şiirimize araştırma duygusunu getirmiş bir şair Oktay Rifat. Bu yönüyle 1956-1960 yılları arasında şiir yazan, şiirle ilgilenen hemen herkesin üzerinde bir ağırlığı olmuştur (TY1, 373).
Onun bütün yapıtları diriliğe söylenmiş bir güzellemedir (TY1, 293).
Yazık oluyor Oktay Rifat’a (TY1, 190).
Oktay Rifat “sanat endüstrisi” pazarına bol sayıda çürük mal sürmek zorunda kaldı (TY1, 193).
Okur / Şiir Okuru: Okur dilin iç konumları yönünden toptan bir hazırlığa sahip olmalı, şiirin sanatın geleneklerini iyice yaşamış bulunmalıdır ki o yapıtla gelen değişik öğeyi benimseyebilsin, ondan kendine pay çıkarabilsin (TY1, 318).
Oral (sözel) Şiir: Bkz. Ahmed Arif.
Orhan Veli: Orhan Veli için her şey eski şiiri yıkmaktır; bunu yaparken bir yerde belli bir şemaya göre hareket etmekte, eski şiirin tersini yazmaktadır (TY1, 85). Bkz. Nurullah Ataç; Garip Hareketi; Dize; Divan Şiiri, Divan Şairleri; Kurulu Düzen; Çizorname.
Mısra yok, ölçü yok, müzik yok, imge yok, güzel yok, kafiye yok, metafizik yok, dram yok. Ve bunlar eski şiirde var diye yok (TY1, 115).
Yeni şiirimizin, işlev olarak kurucusu olan bu adam kuramını yazılarıyla değil, başka iki şeyle yaptı: Hayatıyla ve şiiriyle. Hayatıyla, çünkü Orha Veli hayat tarzıyla, sakalıyla, tipiyle, serüvenleriyle, hakkında çıkarılan hikâyeleriyle de Yeni şiirin kuruluş yıllarında büyük rol oynadı. Şiiriyle, çünkü Orhan Veli, yazacağı makaleleri, daha doğrusu fıkraları da şiirinde vermeye alışmıştı (TY1, 116).
Orhan Veli (..), girdiği serüvende en çok korktuğu şeye, eski şiire takılıp kaldı; eski şiirin geleneğinden negatif parodiler çıkarmaya çalıştı; Nâzım Hikmet’ten çok daha köklü, çok daha önemli bir kavgaya girmek istedi, bir öncü kimliğinde. Türk şiirne kazandırdı o kavgayı; ama bu arada kendi şiirinin şehit düşmesini de önleyemedi (TY1, 116).
Orhan Veli’de bir silahtır şiir (TY1, 86). Bkz. Kurulu Düzen.
Türk şiirinin kavgasını kazandı. Kendi şiirinin kavgasını kaybetti (TY1, 117). Bkz. Orhan Veli’nin Kavgası; Turgut Uyar.
Orhan Veli’nin Kavgası: Orhan Veli’nin kavgası edebiyatımızın en büyük kavgasıdır, buna inanıyorum. Bu kavganın yurdumuzdaki bütün şiir köklerini büyük büyük ırgalayan bir işlevi oldu. Irmağın yatağını daha doğal bir vadiye indirdi. Şiire kasket giydirdi, sivilleştirdi onu. Bugünkü şiir verimleri onun da verimleridir biraz (TY1, 114). Bkz. Orhan Veli; Garip Hareketi.
Osmanlı: Bkz. Kelimelerin Eşitsizliği; Nâzım Hikmet; Yahya Kemal.
Ökelik: Şiir bir toplumdaki ökeliğin en uç, en arı görünümüdür (TY1, 301). Bkz. Fazıl Hüsnü Dağlarca; Dünya Şiiri.
Ömer Bedrettin: Bkz. Ceyhun Atuf Kansu.
Özdemir Asaf: Geçen yazımda Özdemir Asaf’tan söz etmiştim. Mistik şiirden espri şiirine uzanırken eski kendisini tanımazlıktan geldi. Sonuç: Yüzeyde kalan kelime oyunları, bulmacalar, siyah-beyazlı anlam bağlantıları. Onunki de zulüm değil mi sanki (TY1, 245).
Pazar: Bkz. Şiir Pazarı.
Picasso: Sanatların en değişken çocuğu Picasso, her döneminde her çağında yine Picasso’dur (TY1, 244, 245).
Ritm: Bkz. Mayakovski
Sabahattin Kudret Aksal: Şiirimizin yenileşmesinde emeği geçmiş daha bir çok sanatçı gibi onun da şimdilerde bir otuz beş yaş formalizmine tutulduğunu göz önüne alırsak, Duru Gök’teki mısraların şiirimize bir şey kazandırmadığını söylemek zorundayız. Oysa aynı şairin Şarkılı Kahve adlı kitabında daha oynak, daha plastik anlatımlar, imkânlar vardı. Bir şairin sonradan bu denli düşüşler göstermesi kişiye hüzün veriyor, karamsar ediyor kişiyi (TY1, 238).
Sanat Çevresi: Öğrenciyken iyi bir sanat çevresi kurmuştuk kendi aramızda. Sezai Karakoç, Muzaffer Erdost, Orhan Duru, Seyfettin Başçılar, ben sık sık toplanır, sanat üstüne, şiir üstüne konuşmalar yapardık. Arada Gülten Akın da katılırdı. Bir Yalçın vardı, o da katılırdı. Mülkiye ve Evrim dergilerinde yurtlamıştık. Konuşmalarımızda sık sık Turgut Uyar’dan söz ettiğimiz olurdu. Fazıl Hüsnü’nün şiirini, bir de onun şiirini hepimiz önemserdik. Sezai en çok önemseyendi aramızda. Hareketli, canlı, kıpır kıpır günlerdi o günler (TY1, 260).
Sembolizm: Bkz. Kelime Eşitsizliği.
Serbest Yazış: Bkz. Nâzım Hikmet.
Servet-i Fünun: Servet-i Fünun şairleri çok zayıf kimselerdi (TY1, 79). Bkz. Tevfik Fikret.
Hem Batı’yı temsil etme savında olmuşlar, hem de Batı edebiyatının temel yapıtlarından habersiz yaşamışlardır. Üstelik “olmayan” bir dille yazmışlardır. Türkçeye yabancıdır onlar. Bir Bâki’nin şiiri, ne olursa olsun, Türkçe’dir de, onlarınki değildir. Bu yüzden yaşamayacaklar, gelecek kuşaklara kalmayacaklardır (TY1, 23, 24). Bkz. Dize.
Abes-muktebes tartışmasından doğmuştu Servet-i Fünun.
Muktebes’i başarmaya çalışırken abes oldu (TY1, 79). Bkz. Tevfik Fikret; Namık Kemal.
Sezai Karakoç: Sezai Karakoç’un “Balkon”u güzel şiir. Fakat asıl önemi yeni ve daha güzel şiirler yazdıracak bir yatırım olmasında toplanıyor (TY1, 208, 209). Bkz. Sanat Çevresi.
Sezgiyle Şiir Yazmak: Sezgiyle yazmak niteliği bence yukarıdan aşağıya baktığımızda, kurulmuş bir yapının içinde gözlemlediğimiz bir nitelik oluyor. Daha çok şiirin bağlantılarıyla, çağrışımların kimliğiyle ilgili bir nitelik. Gerçi her şiirde sezginin payı vardır; ne yazacağını bilen bir şair bile eline kâğıdı kalemi aldığında aslında ne yazacağını bilmiyordur. Ama sonuç önemli. Sonuçta ortaya çıkan yapının ve yapıdaki bağlantıların niteliği önemli (TY1, 63).
Siyasal Şiir/ler: Mayakovski de, Eluard da, Aragon da, Nâzım Hikmet de siyasal şiir üstüne önemli yapıtlar verdiler. Tek tek çok güzel siyasal şiirler yazdılar. Ama bütün öğeleri sürekli olarak kullanarak siyasal şiirin bir çeşit sistematiğini ilk kez Neruda kurdu (TY1, 103).
Soylu Şair: Soylu bir şair nice değişirse değişsin aynı adamdır, kendinden pek o kadar da uzaklaşmaz (TY1, 69). Bkz. Fazıl Hüznü Dağlarca; Nâzım Hikmet.
Suut Kemal Yetkin: “Yalnız arı su içmek için, susuzluktan ölen” bir yazar Suut Kemal Yetkin (TY1, 184).
Şair: Şairin ilk ustalığı, kendi şiirsel erdemini, yeteneğini seçmesinde görülür (TY1, 159).
Kişinin şair olması, belli bir dönemde yazan eski, yeni bütün şairlerin fermanına bağlıdır. O ferman olmasa da, şair, direnerek, ona karşın yine açacaktır kendi yolunu (TY1, 372).
Şair yaşadığı kelimelerle kurar şiirini. Yaşadığı yani günlük konuşmasına, oturmasına, kalkmasına, şurdan şuraya gitmesine iyice başladığı kelimelerdir ki, şairle dış evren arasında sağlam bir ilgi kurabilir (TY1, 274).
Şair “her şeyi söyleyebilme” isteğinden hiçbir zaman vazgeçmemelidir (TY1, 358).
Bir şair şiirden büyük çok şey olduğunu bilir, bilmelidir. Ama kendisi için en büyük şey şiir değilse, artık şair değildir (TY1, 340).
Şair şiirini yenilerken kendini tanıyarak, bilerek bu işi yapmalıdır diyeceğiz. Şair şiirinde ağırlık noktasını meydana getiren şeyi tamamen kaybetmemelidir. Kendine hiç uymayacak bir şiir türüne el uzatmak iyi sonuçlar vermiyor (TY1, 243).
Şair düşünceye kelimeden gider. Düzyazı yazarıysa kelimeyi düşünceyle bulur. Arada ince ama önemli bir ayrım yok mu? Var. Şu: şiirde düşüncenin imkânları daha oynak ve elastiki oluyor. Hatta çok kere şiirde düşünmekle düzyazıda düşünmek aynı şey olmuyor (TY1, 250).
Şair sözcüklere dayanarak yazar, deyince, “söz salatası yapar” demek değil, bu tanım. Şair sözcüklere, kendi araçlarına dayanarak hayatı, durumu açıklamaktadır (TY1, 359).
Şair, şiir çevirirken kendi şiirsel malzemelerini harcar (TY1, 164). Bkz. Muhammed, Hz; Soylu Şair, Şairin Yiğitliği.
Şairin Yazgısı: Tuhaf bir yazgısı var şairin: Ya zamanında ölecek ya da kendinden sonraki şiirsel serüveni sonuna dek izleyecek. O serüven, yazmayı sürdürdüğü sürece, kendi şiirinin de serüvenidir çünkü (TY1, 390).
Şairin Yiğitliği: Şairin şair olarak yiğitliği, üstlendiği, kendini adadığı şeyin ayrıntılarından organik bir yapı kurabildiği, bunu da şiirsel planda onurlu bir düzeye getirebildiği oranda gerçekleşir (TY1, 76).
Şapkam Dolu Çiçekle: Son on beş yirmi yıllık şiirimizin serüvenini şu üç kelimeyle özetleyebilir miyiz acaba: Şapkam dolu çiçekle… Orhan Veli’den İlhan Berk’e, Turgut Uyar’a kadar şairlere bakın, hepsi de şapka gibi alelade şeylerin, çiçek gibi güzel bilinen şeylere oranlarını ya da şartlarını arıyor gibiler. Hemen de hep aynı şeyi yapıyorlar. Kişiliklerinin dışında ortaklaşa ve belli bir simetri fantezisi onları ister istemez birbirine benzetiyor. Biraz da fazla benzetiyor galiba. Bu yüzden sanatın can damarı olan metod bakımından ihtisaslaşmaya imkân bulamıyorlar (TY1, 203, 204).
Şiir: Şiir dünyayı değiştirmenin araçlarından biridir. İnsan, şiirler “yeri ve formülü” bulacaktır. Şiir, insan bilincini daha ilerde bir yere atacak, insana yeni duyumlar, yeni nitelikler kazandıracaktır (TY1, 104, 105).
Şiir bizde olandır. Düzyazı bizde kalandır (TY1, 292).
Novalis’in bir sözünü uygulayarak diyelim: Her sanat şiire dayanır, hatta şiir bile.. (TY1, 281).
Şiir dil içinde ikinci bir dildir, ama kuşdili de değildir (TY1, 322).
Einstein’ın ilginç bir sözünü anımsayalım: “Bütün bilim aslında günübirlik düşüncenin bir çeşit arınmasından başka bir şey değildir”. Şiir de öyle. Şiir, her türlü şiir, lirik şiir bile, bu doğrultuda insanın genel bilgisini, genel bilincini hazırlamaktadır. Dil düşünmenin taşıtıdır. Şiirse, dili ona en iyi hazırlayan olanak (TY1, 105). Bkz. Dil.
Şiir ülkemizde en gelişkin sanat türüdür; öyle sanat tarihimizde on büyük sanatçı saymaya kalkılsa bunların en aşağı yedisi, sekizi şair olacaktır (TY1, 128). Bkz. Düşünce.
Andre Gide Günlük’ünde sanat baskıdan doğar, der. Ben, günümüz şiiri için daha da ileri giderek şiir aynı zamanda kendine birtakım baskılar arar diyorum (TY1, 249).
Şiir eğlence (distraction) niteliğini hiç taşımayan bir sanat. Bu bakımdan çok genel anlamda temizleyici, (belki) yetiştirici, (mutlaka) bileyici nitelikleri dışında bir nedenle bir aracının ona yaklaşması söz konusu olamaz (..) Şiir (..) kendi akışı dışında, yararlanılabilecek bir nitelik taşımayan bir sanat. Asi bir sanat. Bu yüzden, para-mal-para düzenine pek giremiyor, kapitalist üretimin çarkında “başka bir özel planda” görünerek devinebiliyor. Kapitalist üretim de kendisine elverişli gelmeyen bu uğraş alanını kovuyor, gerilere itiyor. Yarattığı hayat biçimleri içinde bir yer vermek istemiyor ona (TY1, 329).
Şiir Pazarı: Gerçekte, düşünülürse, şiirin hiçbir zaman tam bir pazarı olmamıştır. Büyük şiirsel işlevin kol gezdiği; akımların, devinimlerin kestane fişeği gibi gözleri aldığı 1910-1918 Fransa’sın da bile şiir kitaplarının baskı sayısı öyle çok fazla değildi. Guillaume Apollinaire’in yapıtı Allcools’ün ilk baskısı 500’dü. Valery, Mallarme dâhil, birçok Fransız usta, yayınevi bulamadıklarından, ilk kitaplarını kişisel olanaklarıyla bastırmak zorunda kalmışlardır (TY1, 366)
Şiir Üstüne Kafa Yormak: Şiir üstüne kafa yormaktan ben şiirin nasıl olması gerektiğini anlamıyorum. Bir sanat üstüne kafa yormak, o sanatın ulaştığı son ucu eski, yeni bütün serüvenlerin zenginliği içinde algılamak, tartışmak demektir (TY1, 73, 74).
Şairler hiç bugünkü kadar şair olmadılar. Çünkü şiiri hiç bugünkü kadar şiir olarak düşünmediler (TY1, 226).
Şiirde Somutluk: Bkz. Kişilik; Edip Cansever.
Şiirdeki Eğleni Havası: Bkz. Turgut Uyar; Cahit Külebi.
Şiirden Kopmak: Şiirden kopmak diye bir şey var, şiirden kopmak, artık şiir yazmamak da değil. Ondan öte bir şey. Galiba şu: Kendinden sonraki şiirsel serüveni bir noktadan sonra artık izlemiyor olmak… Bu demek; beğenmediğimiz, tutmadığımız, eleştirdiğimiz, hadi çok çok değimiyle söyleyelim, “kapalı olduğumuz” bir şiiri izlemek bile, bizde, bize ilişkin sanatsal yapıda, bir takım rüzgârlar estirebilir (TY1, 389).
Şiirin Bağımsızlık Savaşı: Bkz. Garip Hareketi.
Şiirsel İlişki: Şiirsel ilişki hayatla birey arasında değil, şiirle şiir arasındadır. Şiirden çok, birtakım şiirlerin şiiri yazılıyordur (TY1, 323).
Şiirsiz Şiir: Bkz. Ahmed Arif; Garip Hareketi.
Şuara Suresi: Bkz. Muhammed, Hz.
Tahsin Saraç: Adı edilen, ünlenmiş birçok şairden daha iyi şiir söylüyor. Türkçeye hâkim. Özellikle öz Türkçeyi çok güzel kullanıyor. Hatta Tahsin Saraç’ın şiirinin ayırıcı niteliği öz Türkçe sözcüklerde toplanıyor diyebiliriz. Öz Türkçe sözcükler kilit taşı onun dizelerinde (TY1, 315).
Taklit: Taklit sanatın S2sine aykırıdır (TY1, 204).
Tanzimat, Tanzimatçılar: Tanzimat düşüncesi kendini Namık Kemal’de özetlemiştir (TY1, 50).
Tanzimatçılar (..) Şinasi gibi, Ahmet Vefik Paşa gibi, Batı değerlerini, Batı yapıtlarını anlamaya ve toplumumuza aktarmaya çalışacakları yerde, ülkemizde birer Batılı gibi dolaşıp durmuşlar, Batı’ya ise hep Doğulu gibi bakmışlardır. Sözgelimi Abdülhak Hamid büyük batılı şairleri tanımıyordu (TY1, 23). Bkz. Namık Kemal; Servet-i Fünun; Divan Şiiri, Divan Şairleri; Dize.
Tevfik Fikret: Tanzimat düşüncesi kendini Namık Kemal’de özetlemiştir. Meşrutiyet, Tevfik Fikret’i yaratmıştır (TY1, 50).
Tevfik Fikret’le Mehmet Akif, (..) kendi dünya görüşlerinin şiirsel karşılığını bulma yolunda çalışmış ve onu ayrıntıya indirebilmiş iki şairimizdir (TY1, 50).
Tevfik Fikret fikir sloganlarıyla yetinme yolunu seçmiş, şiirsel yön aramamış, kuru bir söylevci olarak kalmıştır. Şair olarak yanlışlığı daha çok bu noktadadır (TY1, 76).
Tevfik Fikret, (..) üçüncü sınıf bir Fransız şairini, François Coppee’yi usta bellemişti kendine (TY1, 78).
Şiirde yavan olduğunu söylediğimiz Tevfik Fikret’in bu büyük etki gücünü nasıl açıklayacağız? Bizce bunun nedeni şudur: Fikret’in etkisine giriveren öbür Servet-i Fünun şairleri çok zayıf kimselerdi; şiirle ilişkileri ufak ruhsal hovardalıklardan, seyrek kaçamaklardan ibaretti; hiçbiri bıyığına gösterdiği özeni şiire göstermemiş, ya da hepsi şiire nihayet bıyığa gösterdiği kadar bir özen göstermişti. Bunca ilgisiz, bunca zayıf bir çevrede insan kolayca yitip gidebilirdi de. Fikret bu çevrenin kendisi hakkındaki yorumuna inanmak yanlışını yaptı. Bir şair değil, bir öğretmen, bir ihtifal oldu (TY1, 79).
Fikret’in yanlışlığı birçok nedene bağlanabilir. Bu arada özellikle iki nedene parmak basmak lazım. Birincisi dil sorunu. Dil, şairin en büyük seçmesidir. Dili seçerken şiirini de seçer şair. Bazı yazarlar gibi Fikret’i incelerken “Ne yazık ki dil…” demeyeceğiz. Suçlayacağız. İkinci neden, Tevfik Fikret’in köksüzlüğüdür. Türk şiir geleneğini reddeden, Batı şiir geleneğinin gerektirdiği ölçülerden ve kültürden de yoksundu o (TY1, 78).
Türk şiirine insan kavramı ilk Tevfik Fikret’le giriyor. Bu çok önemli. Belki de onu hâlâ ayakta tutan budur. Ama nedir, Fikret’le Türk şiirine giren insanın tek özelliği iki ayaklı olmasıdır. Fikret bu yolda eksiktir, derinleşmemiştir (TY1, 214).
Toplumcu Şiir / Toplumcu Gerçekçilik: Bkz. Yeni Şiir / Yenilik Şiiri.
Turgut Uyar: Turgut Uyar şiir üstüne çok düşünmüş bir şair. Şiirin işlerliğindeki bazı öğelerin tutarlı bir şekilde yer değiştirmesi, onun kendi sanatının özel sorunlarını nice bildiğini gösterir (TY1, 147).
Yeni şiiri yapanlardan biri de Turgut Uyar’dı. Şiirine organik bir yapı kurdu. Bir atmosfer kurdu. Dilin orgasm noktalarının büyüsünü elde etti. Turgut Uyar Türkiye’de şiir beğenine güvenebileceğimiz birkaç kişiden biri oldu. Kişiyi yavaş yavaş boğan, alıştıkça kişini soluğunu kesen bir şey var onun şiirinde. Tüylü, ıslak ve değişik şiirler (TY1, 261).
Ahmet Muhip Dıranas, Ahmet Hamdi Tanpınar ortaya çok güzel yapıtlar koymuş sanatçılardır, ama ne kendi günlerinde ne de daha sonra bir işlevleri olmuştur. Buna karşılık Orhan Veli’nin büyük bir yapıtı yoktur, ama büyük bir işlevi vardır. Turgut Uyar’da ise iki özelliği bir arada görüyoruz: Büyük bir yapıt ve büyük bir işlev (TY1, 148).
Turgut Uyar’ın şiirlerinden kendine en çok pay çıkaran ben olmuşumdur. Çün Turgut Uyar’la ben kendimdeki bazı yönlerin farkına varuyordum. Belki şiirindeki eğleni havası en uygun bana geliyordu da ondan (TY1, 260, 261).
Türk Şiiri: Şiirimiz Batı şiiriyle hiçbir zaman bugünkü gibi atbaşı gitmedi (TY1, 227).
Türk Şiirinin N Vitamini: Bkz. Nâzım Hikmet.
Ülkü Tamer: Orhan Veli’yle ilk hesaplaşma günlerine yetişememişti gerçi, ama baştan itibaren İkinci Yeni’nin önemli gelişim halkalarından biri de o oldu (TY1; 161).
En soyut atılımını bile çok yalın bir dille yapan şairdir o. Konuşma dilini merkeze alır kendine. Çok kere bir türkü rahatlığına ulaşır. Dalışlarını ordan yapar. Yeni bir dil yaratmanın ancak ortak dil içinde olursa değerleneceğine inanmış gibidir (TY1, 161, 162).
Ümit Yaşar Oğuzcan: Geçenlerde Cumhuriyet gazetesinde Ümit Yaşar’ın çağımızdaki en iyi şair olduğunu okumuştum. Ümit Yaşar’ın iyi bir şair olmasını bir yana bırakalım, iyi şiir okuru bile olup olmadığı pek beli değil. Sahte bir veraset ilamıyla konduğu Orhan Veli’nin terekesini hecenin en kof tezgâhlarına atmaktan gayrı bir suçu ya da varlık nedeni olmayan bu zavallı ve sempatik çocuğu düşününüz. Nedir Ümit Yaşar’a Cumhuriyet gibi aydın bilinen bir gazetede bile yöneltilen değerlilik olgusu? (TY1, 286).
Valéry: Zekânın uygarlığıdır onun şiiri, bir yerde güneşin şiiridir (TY1, 21).
Yahya Kemal Beyatlı: Yahya Kemal bir kültürün hesap verişi ve verebilişidir; öte yandan Cumhuriyet şiirine karşı koyuşudur (TY1, 65). Bkz. Osmanlı; Nurullah Ataç; Aşk; Konuşulan Dilin Şiiri; Dil.
Yahya Kemal şiirin dil işi olduğunu kavrayan ilk şairimiz (TY1, 408).
İlk modern şairimiz de (Ahmet Haşim’le birlikte) odur. Ayrıca Yahya Kemal tensel, erotik temaları şiirimize ilk getiren sanatçıdır (TY1, 410).
Hiçbir sanatçı onun şiirine kayıtsız kalmadı (TY1, 410).
Yaşanan Dil: Bkz. Dil.
Yeni Şiir / Yenilik Şiiri: Garip’in çıkışı ve kısa bir süre sonra şiiri kendi yatağından akıtmaya başlaması, o yıllarda (1940-1941) yeni yeni filizlenen toplumcu şiir denemelerinin ikinci plana itilmesi sonucunu doğurmuştu. Hemen hemen genç şairlerin Yenilik Şiirini izlemeye, ona katılmaya başlaması buna tanıktır. Ağır baskılar karşısında susmak zorunda kalan, siyasaya dokunmayan bir şiir türünü de yürütmeyen 1940 toplumcuları, sonradan, Yenilik Şiirini suçlamışlar, bu şiirin sürükleyicilerinin “zararsız” olmaları, “tatlı” olmaları nedeniyle siyasal güç tarafından tutulmuş, hatta yerleştirilmiş olduklarını söylemişlerdir (TY1, 88).
Yeni şiir davranışı şiirimizin dildeki geçici, frictionnel bir kısım tıkanıklıkları, bunalımları arasında kendine bulduğu bir yoldur, çıkış kapısıdır, penceredir (TY1, 230).
Orhan Veli kuşağı Türkçenin en görünür olanaklarını denemişti, yeni şiir dilin daha derin, daha gizli olanaklarını bulup ortaya çıkarma yolunda (TY1, 230, 231).
Fuzuli’yi, Yunus Emre’yi çıkış noktalarına diken bir ülkede yaptıklarımızı hiç de önemli görmemeliyiz. Bizim yazdıklarımızın çok ilerde önemli yapıtlar olarak ele alınacağını sanıyorum ben. Büyük ve tutarlı bir şiirin harcını kardık biz, o kadar. Önemli bir malzeme yığdık. Aramızdan bu harcı, bu malzemeyi bir duvar yapmada kullananlar olur belki. Ancak, asıl yapı ilerde, birkaç kuşak sonraki şairlerde. Onların şiir yazmak tek işleri olacak. Bir de dili kurmak için uğraşmayacaklar. Selam ediyorum onlara, ben ki gizli ve mavi bir amatörüm (TY1, 320).
Asıl yenilik, asıl metamorfoz Garip hareketiyle başlıyor. Nâzım Hikmet bir habercidir. Getirdiği yeni parıltıya karşın yine de eski şiirin çevresinde döner. Kendi şiirindeki yeni öğelerin önemini sanki kavramamıştır. Yetinen bir yönü vardır (TY1, 44). Bkz. Nâzım Hikmet; Garip Hareketi; Kurulu Düzen; Nurullah Ataç; Orhan Veli; Fazıl Hüsnü Dağlarca.
Yıkıcılık: Kimbilir belki biz yıkıcılıklar, öfkeler, kavgalar, bunaltılar içinde büyüdük de ondan. Sever olduk yıkıcılığı, öfkeyi, kavgayı, bunaltıyı. Kesin, sert, belirgin çizgilere alıştık. Yıkıcı olmaya alıştık. Kısa süre içinde gördüğümüz şiir akımları bizi birtakım ivecenliklere, sereserpeliklere, bakımsızlıklara itti. Onun için, geleneğin tadı içinde gelişen, durgun, yumuşak şiirler bizi kandırmıyor (TY1, 284).
Zeka Yangınları Çıkarmak: Çağdaş şiirin ayırıcı niteliklerinden biri de dilde büyük zeka yangınları çıkarmak oluyor (TY1, 195).
Ziya’ya Mektuplar: Cahit Sıtkı’nın mektuplarını çok sevdim. Beni son günlerde türlü nedenlerle uzaklaştığım şiir havasına, şiire iteledi. Her şiirseverin okuması gereken bir kitap (TY1, 207). Bkz. Ziya Osman Saba.
Ziya Osman Saba: Hep beyazı söyledi Ziya Osman Saba (TY1, 113).
(*) Bu sözlükçe Cemal Süreya'nın Şapkam Dolu Çiçekle Toplu Yazılar-1 (YKY, 1. baskı, İstanbul, Temmuz 2000, 436 s.) adlı kitabından alıntılanarak hazırlanmıştır. Alıntı sonlarında, parantez içinde yer alan rakamlar kitabın sayfa numarasını göstermektedir.