İçinde bulunduğumuz hayatın şiire bakan yönünün duymasını bilen kulak , söylemesini bilen ağız için ince seslere, zengin görüntülere, dayanılmaz iç acılara ve yoğunluklara bakan boyutları vardır.Burada devinip duran imajlar, sözcük oyunları, söz sanatları ve bir kelimeler ordusu; davranışımızı denetleyen, söze biçim verip ifadeye sevk eden, donmuş içeriğe dinamizm katan şiirsel yapının unsurlarıdır. Yapıya anlam katan şey, hayat karşısında takındığımız tavır ve tutum alışlardır aslında. Yazmakta olduğumuz şiirin zenginleşmesi, dal budak salması buna bağlıdır. Şiir bizden tutarlılık bekler. Bu yüzden Necatigil: "Şiir bir durum, bir sorun üzerinde ölçülü konuşan, susunca da bizim düşünmemizi bekleyen bir olgunluktur" diyecek. Bu tutarlılık kotarıldıktan sonradır ki, şiir bizi iç zorunluluk gereği eyleme doğru itekleyecektir. Ama insanca ama efendice olacaktır bu, dile getirilen insani gerçeklerdir, duyurduğu insanlık bilgisidir. Şiirin doğrultusu eyleme ilişkin olmakla birlikte, doğasında barındırdığı protest tavrın sonlandığı yer, hayatın onaylanmasıdır, diyebiliriz. İç çatışmaların daha da karmaşık hale büründüğü, kaotik acının tomurcuklandığı, "hasret burcu"ndan "hikmet burcu"na evrilen şiirin hayat damarı eğer şair geri çekilmezse- akıntısını derişik ve sıkı bir şiire doğru yönlendirecektir. Dikkat buyurun, her yoğun şiir, hayattan süzülen bir duyarlılığın ürünüdür. Biz buna "kendini bulduran şiir" diyoruz.
Başımızı ellerimizin arasına alarak düşündüğümüzde zihnimize takılan gerçekte yanılgılardır. Eğer şiir, bizim için hayat-memat meselesiyse yani mesele ediniyorsak şiiri, hayatın hangi bölgesinde geri çekildiğimiz, kendimizi riske ederken neleri göze aldığımız, nerede yanıldığımız yada haklı bulunduğumuz, zihin dünyamızı kritik ederek açıklık kazanacaktır. Bu kendilik sürecinde, insan olmak yada insan kalmak meselesi, aynı zamanda "iç aydınlanma" diye adlandırılan, benim, kendini bulduran şiir, diye tanımladığım şey, berrak bir dünya fikrine sahip olmaya doğru bir kapı aralayacaktır. Unutmamak gerekir ki kendini bulduran şiirin çıkış yeri, şairin etiyle kanıyla durduğu ve yaşadığı hayattır. Oradan doğar şiir, karşılığını bulacağı yer de orasıdır. Önemsiyoruz hayatı, şiiri önemsediğimiz kadar. Ve fakat bundan şiir ve hayatı iki ayrı konumda düşündüğümüz sanılmasın. Metne yansıtılan şiirin menşei hayattır, iç içedir bizim mesele edindiğimiz şiir ve hayat, "şiirle paralellik arz eden hayat" yada "hayatla paralellik arz eden şiir" dediğimizde aynı şeyi düşünüyoruz yani çelişkisiz olmayı yani tutarlı olmayı. Peki duyurduğu nedir şiirin yada karşı çıktığı? İnsanlık bilgisiyle birlikte bizi insanlığımızdan uzak tutan her şey. Çünkü son derece insani bir eylemdir şiir, iyi biri olmak iyilerden olmak, iyilerle saf tutmak şiire değer biçen her şairin göz önünde bulundurması gereken temel kaygılar olmalıdır.
Teknolojik aletlerle çevrili modern dünyada şiir uğraşının insanlaştırıcı niteliğini göz ardı edemeyiz. Kendini bu evrende "garip" görmekle ilgili bir etkinlik bu. Şiir okuyarak/yazarak yazgımıza müdahale etmenin boşuna bir çaba olduğunu, sonlu bir yolculuk içre bulunduğumuzu ya da yaşadıklarımızın hangi sahih temellere dayandığını kavrama imkanını elde ederiz. Hayatın içinden güzellikler çıkartıp metne aktararak bunu daha bir somutlaştırırız. Evet , aslolan hayattır. Ama nasıl bir hayat?
Nesneleştirilmiş insan toplulukları için, insani ilişkilerde esas alınan, sermayenin öngördüğü biçimde, ‘kazanmaya’ ve tüketmeye dayalı geçici hazzın kutsallaştırılmasıdır. Akıntıya kapılmış bu güruh için ‘şiirsel haz’ hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Düşünceye kapalı, insan olmanın önemine dair hiçbir sorumluluğu ve kaygısı olmayan yığınlardan ayrılmakla şair kişi, hakim paradigmaya ters bir duruşu sergiler. İktidar tarafından dışlanan yada iktidara yüz vermeyen bir tavrın içinde olmakla ‘özne’ kalmaya, etkin ve üretken bir yaşamın savunucusu olup şiirini gün içinde kavrayarak taşıdığı insani içerikle yaşadığımız hayatın köksüz yapısını onarıcı bir işlevi de vardır şairin. Cemal Süreya’nın, şiirin anayasaya aykırı olduğu sözü boşuna söylenmiş bir söz değildir. ‘Hayatın oğlu şiir’ dedik, öyle ki gürbüz bir oğuldur karşımızda duran. Bize düşen, dünyasal olanla değil ve fakat ilahi olanla ilişkilendirerek bu oğlu samimiyetle muhafaza edebilmek, insanın toprakla bağının kesildiği modern zamanlarda bu oğlu toprak ve göklerle akraba kılmaktır. Vesselam…
(bu yazı daha önce aralık dergisinin 12. sayısında(kasım 2003) yayımlandı.)
Belki bir eleştirmen gibi süslü laflar sarfedemem ama gerçekten çok beğendim.Diğer yazılarını da okumak isterim.