"Dil, varlığın evidir"
Heidegger
Modern yaşama tarzının tekdüzeliğinde/monotonluğunda sıkışıp kalan modern birey, kendisi için kurtuluş yolunun ancak sanatın geniş evreninde iç bunaltısına, saplantısına, tedirginliklerine, karmaşık duygu ve endişelerine merhem olacak, onu gündelik çarkın karakterini zedeleyici etkilerinden azade kılacak şeyin, bir şiirsel dinamizmle, bir sanatsal atılımla mümkün olacağını söyleyebiliriz pekala. Bu kitlesel akışta postmodern yönsemeye karşı sürü olmayı tam tekmil reddeden şuurlu insan, modern bilim, modern devlet ve modern sermaye tarafından ehlileşmeye karşıt bir tavrın da içerisinde olacaktır. Kendini sorgulayan ve sorgulayıp yaşadığı çağa, yaşadıklarıyla hıncahınç zihinsel kanallar açan genelde insanlık (ama gene de bir avuç insan) özelde kendine özgü dünyası olan seçkin zihin, tarihin hiçbir döneminde bu denli kuşatılıp pasifize edilmemiştir. Kitle iletişim araçları bu özel insanı bütün fikrî melekelerini dumura uğratırcasma kendinden öteye düşürmüştür. Bilgi bombardımanı kisvesinde bir yığın fasarya benliğimizin derinine kadar inerek, bir elin parmaklarını geçmeyen bir grup eli kalem tutan güruhun da kişiliklerine dinamit koymaktan geri durmuyor. Peki insanın ruh ve zihin haritalarına bu pervasız saldırının bir savunması olmayacak mı? Edilgen konumda olup kendisine çevrilmekte olan hissiz projektörü bertaraf etmenin bir yolu-yordamı yok mu yani? Bir sığınak mesela, fırtınasız bir liman, müsekkin bir kıyı kasabası? Gündelik yaşantıda mantığı esas alan modern bir bireyin tıkandığı yer neresiydi, diye sorduğumuzda, onun açmazının bir özgürlük vehmiyle bağıntılı olduğu anlayışına varıyoruz. Özgürlük vehmi diyoruz, çünkü ilk önce hayatının merkezine aklı alarak özgürleşeceği vehmine kapıldı modern insan. Sanatın gerçeküstü dünyasının ucu olmayan bucağı gözükmeyen uzamında Öz/ü/gürlüğünün olacağı gerçeği ise genel akışa kendini kaptırıp sürü olmayı peşinen kabullenmiş yığınlarca insan tarafından gözardı edilecekti. Birkaç sivil beynin çabalarıyla modern sanat böylelikle elit bir zümrenin uğraşı olacaktı, yani azınlığın. Aşkın / müteal olana sırt çeviren modern insan gerçek dünyanın akılla kavradığı gözle gördüğü deneye konu olan dünya olduğunu, mantığın sınırlarının ötesinde sürreel bir evrenin varlığı gerçeğini görmezden geldi. Aklı ikonlaştırmak ikinci bir vehmi oldu modern insanın. Tanrıyı gündelik hayattan dışlayıp onun yerine efendinin kendisi olduğu bir yeryüzü cennetini kurma vehmine bir üçüncüsü de eklenmiş oldu. Vehimler zincirinden iç huzura giden bir yol olmalı. Sanat mı? Neden olmasın? Mekanik kuşatmadan kurtulmanın sanatın etkinliği ile mümkün olacağını söylemek istiyorum. Saçma bir dünyada iç çatışmaların, kişilik parçalanmalarının, kargaşanın, düzen bozucu tutkunun sona erip sükuna kavuşacağımız umudu en yüksek umudumuzdur. Ruhen ve zihnen güçlü olmak tanrının dibinde tanrıya komşu olmak, hayata bakışımızı da değiştirecektir. Tabii sanat yordamıyla. Değişen bakış açısı bir zenginliktir. Kişi oğlu için. Sahici sanatın dünyalılar için aynı zamanda dünyadan olmayanlar için belki uç söylemi, söylemesi gereken en son sözü şu olmalıdır bence: Buraya ait değilsin, senin gerçek vatanın burası değildir. Yola koyul ve onu ara, onu ilk önce yitirmen gerekiyor, yitir ki bulasın, bulduğunda yolun başlangıcında olacaksın. Sanat kavurucu bir arayıştır. Baştan sona yaptığı, ait olduğumuz asıl'a işaret etmek, bu karmaşık dünyada bizi (insan gerçeğine atıfta bulunarak tabii) sınırlarımızdan taşırmaktır. İnsan gerçeğine atıfta bulunmak derken okunmayı bekleyen bir kitap olarak kainatın içinde yaşayan küçük bir kainat olan insanın hakiki yurduna işaret etmekti amacım. İnsanı hakikate ulaştırmada potansiyel bir imkandır sanat. Çağlar içinden mütevazi bir görünüm ve temkinli adımlarla bize doğru yaklaşan sanat erinin biz ölümlülere söyleyeceği bir sözü olmalı. Kelimeye yüklediği şiirsel yük, tabloya yansıtılan bir ruhun karanlığı, notalarla beslenen hayatımızdaki çağıltı, bu sonlu dünyada yaşadıklarımızdaki aksayan şeyin kaynağını gösteriyor olmalı. Kendi içinde sanat, karanlık bir şehirde bizim asli barınağımızın topraktan olduğu gerçeğine dair işaretler barındırır. Sanat dil yoluyla ve dil aracılığıyla hayatın şiirselliği içinde yeryüzünde mesken edinme ve kurgusal dünyalar kurmak gibi işlevlerinin yanında modernize olmuş yaşayış biçimimize dair karmaşık ilişkilerimizde neyi kaybettiğimizi hatırlatır bize, bizim temel insani niteliklerimize de göndermelerde bulunur. Nasıl bir toplum hayatı sürdürdüğümüz sorusu, insani bağlamda hangi vasıflarımızı yitirdiğimiz, neleri kabul ettiğimiz ya da reddettiğimiz, hayatımıza yönelen bakışların sorgulanabilir nitelikte olup olmadığını da ve bu gibi daha bir çok ne-ise-ne'nin, nesnenin yaşayış bölgelerimizi istila ettiğine dair bir zihin açıklığına kavuşacağımız konusunda bizi bir teyakkuza çağırır. Yaşadıklarımıza egemen olan korku, dünyaya fazla yaslanmaktan mı kaynaklanıyor yoksa devasa binaların ortasında ve dev teknolojik aletlerin karşısında köklerimize kadar inen kaygının siyah çehresi mi bizi korkutan? İşte varlığın dili olarak genelde sanat özelde şiir karmaşıklaştırılmış insan ilişkileri içinde, kalbimize akan serin bir ırmak görünümün-de,kendimizle yaptığımız dolaysız bir iletişime dönüşür. Şiirin sayrıl bir dili varsa, bunun nedenini, içinde bulunduğumuz çağda aramalıyız derim ben. Yeryüzünde evinde değildir insanoğlu. Bu bağlamda her sanat eseri, insanı hakikate götüren bir araçtır. Hakikate götüren yani kendi evine, Öte'ye, daha öte'ye…
(bu yazı daha önce kırklar dergisinin 2.sayısında(Temmuz-Ağustos 2003) yayımlanmıştır.)
Ben bir ilköğretim okulunda öğretmenim.Tesadüfen girdiğim bu sitede bu kişinin yazısını gördüm.Gerçekten çok etkilendim.Umarım devamı gelir.Acaba kitabı var mı yada yazılarının çıktığı başka yayınlar hakkında bilgi verebilir misiniz?
mustafa celep’in şimdilik bir kitabı yok. ama yakında, şiir kitabı çıkacak. diğer yazılarını da yakında toplar sanırım. yazıları aralık, kırklar ve yedi iklim’de yayımlandı.