Kapitalizmin Çevresinde Sivil İtaatsizlik

Kapitalizmin Çevresinde Sivil İtaatsizlik*

Başlangıçta sistematik, geç döneminde izansız bir yayılmacı tutum izleyerek gelişme gösteren piyasa ekonomisi, muharrik güç ve tanımladığı insan prototipi ile birlikte; ekonomi başta olmak üzere sosyal, kültürel, siyasal, ideolojik hatta dinsel tüm yaşayış ve kavrayış biçimlerini de kendi etki alanı içerisinde konumlandırdı.

Soğuk savaş sonrasında oluşan tek kutuplu dünya nezdindeki genel ve kutsanmış standartlaşma, hızla gelişen teknoloji, kapitalizmin küresel bir din olarak algılanmasını, yaşamı an-be-an bir tanrıyla karşılaşılacak ikon çöplüğüne dönüştürmesini de anlaşılır, uzlaşılır bir gerçeklik boyutuna taşıdı. Üretim, pazarlama, tüketim kıskacındaki insan olgusunun köklerine dair gereksinimlerine, taban tabana zıt düzlemde seyretmesine karşın, metalaşma (commodification), arızi yönüyle yaşamın kaplamındaki her alanla doğrudan doğruya bağlantılı bir hâlde artık. Anamalcı mantığın mevcut ve uç noktadaki tahakkümünün insanî bir imkan olan demokrasiyi nasıl çölleştirip modern ve gizil bir derebeylik haline getirdiğini de gözlemleyebiliyoruz

Bahis konusu düzeneğin çarkında sermaye ve egemen grupların önce üretip sonra ürettikleriyle birlikte sunduğu söylem, davranış ve yaşayış tarzının; yukarıdan aşağıya yeni ahlak, değer, ilke ve norm kalıpları ortaya çıkardığı da aynı süreç içerisinde algılayabildiğimiz bir gerçeklik. İçinde soluk aldığımız toplumda hiçbir resmi ve sivil örgütlenme; yolsuzluk, işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik gibi başat sorunları çözme yolunda ortak bir söylem veya proje bulma prensibiyle siyasal erki zorlama yoluna gitmiyorlar. Ekonomik, bireysel hak ve özgürlüklerde eşitliğin, sözde anayasal bir vurgu ve politik bir söylev olmak dışında başka hiçbir işlev taşımadığı gerçeği her kesimin bilgisi dahilinde olduğu halde. Halbuki kapitalizm bile "rant düşkünlüğü" kavramıyla, geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerdeki iktisadi yoksunluğu, o ülkenin üretim olanaklarını elinde tutan

hakim zümreye bağlar. Bunu özündeki varoluşsal kodlarından arındırıp dayanışma kültüründen yoksun bıraktığı,üzerinde sürekli bir tecrit psikolojisini hakim kıldığı "öteki" üzerine dökülmüş birkaç damlalık timsah gözyaşı olarak nitelendirip geçebiliriz..

Zira aktüele ilişkin toplum organizasyonunun altyapısını yalnızca ekonomi çevresinde değerlendirmek; yukarıda da değinildiği gibi maneviyatı bile materyalizm, absürdite ve oportünizmin egemenlik alanına sevk etmekle eş değerli. Modernite ve konforizmin kişi ve toplum yaşamına ait temel isterler olarak kaydedilişi, kültür ve medeniyet algısının düzlem değişmesini de tetikleyen birer sapma olarak netlik kazanıyor. halbuki insan çok boyutlu bir varlık olarak hayatın sürdürümünde, "medeniyetin işler hali olan kültür(*)"ün bütün unsurlarıyla birlikte hareket ediyor. Kapitalizme ait toplum olaylarının salt ekonomiye indirgenerek insani realiteden soyutlanması fikrinin orataya bıraktığı handikap, meselelerin temel özünün gizlenmesi, eğreti biçimli çözümler üretilmeye çalışılması gibi zincirleme ve kurumsal yanlışlarla devam ettiriliyor.

‘Öteki’nin isyan hakkı ve ahlakı: Özne (kişi) ile nesne (doğa) arasındaki ilişkinin (etkileşim), başlangıçta, dolayımsız ve doğrudan olması durumu, özne ve nesneyi somut bir belirlenim olarak gösteriyor. Pratik düzeyde üretim olgusu; ekonomik, siyasal, kültürel kavramsal yapılarıyla bu yalın belirlenimin yönünü değiştiriyor. İlişkiler ağı eksikli özne bağlamında dışsallaşıp, özgür davranma ve yaşamanın üzerinde temellendirdiği alanı giriftleştiriyor. Yasalar, kurallar, normlarla örülü bu diyalektiğe mutlak bağımlılıktan kaynaklanan zorunluluk, kişinin yaşamı üzerindeki davranış etkinlik ve serbestisini de bölüyor. Modern zamanlara özgü kaçınılmaz bir gerçeklik olarak, üretim alanı içerisindeki deneyimlerimizle mevcut bir değerler sistemine haiz topluluk içerisindeki yerlerimizi alıyoruz. İşte bu döngü içerisindeki konumumuz veya karşı karşıya kaldığımız durumlarla ilgili hoşnutsuzluğu dışa vurma eylemi olarak görebiliriz itaatsizlik edimini. Sivil itaatsizlik tanımlamasıysa, sistemi topyekun hedef almayan yargı nezdinde lokal bir karşı duruşu içerse de köklerimize dair tüm kültürel deney ,etki ve mevcut değerler sistemi bu zihinsel ve fiili dışavurumu sakındıran,biçimlendiren,yöntem ve bilinç kazandıran bir etkiye dönüştürüyor.Nurettin Topçu’nun "İsyan Ahlakı" tanımlamasıyla, ‘Anarşizm’in silahı olarak gördüğü tedhiş ve tersi pasifizmi(uysallık), kültürel ve toplumsal dizge bağlamında aynı oranda çarpık bulması gibi.Bilindiği üzere topçu söz konusu eserde,Fransız M.Blondel’in hareket felsefesi’ni çıkış noktası alarak hareket,irade ve değişim çerçevesinde;yıkıcılıktan uzak çözümleyici bir karşı koyuşu öneriyordu.Koşulların boyunduruğuna karşı tercih etmekle mümkün olan bir bilinçli olma, düşünsel ve arka planda da ne yaptığının ayırtında, sorumluluğunda olma halini…

Bir soft çatışma modeli olarak Sivil İtaatsizlik: Verili hukukun gereklerinin şiddete başvurulmadan, alenen ortaya konulmuş reddi olarak niteleyebileceğimiz eylem biçimi. Sistematik olarak ilk kez Henry D. Thoreau’nun Meksika Savaşı’nda, köleci dayatmanın kelle vergisi olarak tanımladığı yaptırımı, bilinçli olarak karşılamamadaki ısrarıyla gerçekleştirildi. Thoreau bu eylem sonucunda yalnızca bir gün tutuklu kalmış olmasına karşın, bu kısa hapislik deneyimini daha sonra düzenleyeceği konferanslarla yazmış olduğu ilham verici manifesto ve makalelerle paylaşacaktır. Kuşkusuz bu ilhamın en önemli paydası 20 yy. başlarında Güney Afrika’da avukatlık yaptığı sırada yurttaşlarını(göçmen hintliler) mevcut dayatmacı hükümete karşı örgütlediği pasif direnişle Mohandas K. Gandhi’ye ait olmuştu. Sivil İtaatsizliği, Satyagraha adlı özel bir felsefeyle benimseyip tüm yaşamını aynı özveri için harcayan Gandhi , bu yolla kendi toplumunu bağımsızlığına kavuşturmak gibi başlı başına ödül olan mücadelesini de taçlandırmış oluyordu.Köleliğe karşı direnişi ve liderliğini yaptığı yurttaşlık hareketi’nin içerisindeki etkin konumuyla Martin L. King, Kosova’nın ilk başkanı İbrahim Rugova da aynı yaklaşım biçimini kitlelere yayarak uluslarının kurtuluşu adına başarıya ulaştırdılar. Bu alt başlıktaki ezber örnek dökümünün, popüler kültürün yanılsamalar ağı içerisinde salt bir kopya bilgi aktarımından öteye geçemeyeceği için kısa tutulmasında ayrıca yarar var.

İnsani bir üslup, bir eylem; Sivil İtaatsizlik ;" Eşitliktir hayatı güzelleştiren yasa**": Postmodern kesitin başlangıcıyla birlikte özellikle batı tipi demokrasilerde hareketlilik kazanan kavram, esasında kökü insanla birlikte arkaik dönemlere uzanan, Sokrat’tan Yahya peygamber’e ; Ebuzer’den, İmam-ı Azam’a ; Nefi’den, Pir Sultan’a; mihir konusunda Hz. Ömer’in hutbesini bölen kadın sahabeden, başörtüsü direnişçilerine kadar uzatılabilecek bir liste. Peygamberler, veliler, alimler, kadim şair ve filozoflar… Bir eylem veya durumun; eşitlik, özgürlük ve adalet gibi yaşamı anlamlandıran unsurları içerdiği ölçüde değer kazanabileceğinin farkındalığını resmeden misaller olarak anılabilirler.

Modern dönemlere özgü slogan çığırtkanlığı ise meselenin farklı bir boyutunu oluşturuyor. Yine iki karşıt ideolojik söylem ve tavrın vaad ve sakındırma istismarına maruz kalan başörtüsü mağdurlarının sürmekte olan meselesi, militarist bir toplumun içindeki çıkışlarıyla marjinal olarak nitelendirilebilecek vicdani retçiler, dönem dönem etnik ve mezhepsel bölücülüğün de sahne aldığı cumartesi anneleri hadisesi, dördüncü kuvvet tarafından ideolojik bir gösteri arenasına dönüştürülen aydınlık için bir dakika karanlık şarlatanlığı vs… Eksik ve fazla, mezkur örneklerin tümü de Sivil İtaatsizlik kapsamında değerlendirilebilecek başlıklar.

Kapitalizmin boyunduruğunda Sivil İtaatsizlik; ya da" Taşın eri(me)yen kalbi(***)": Bireysel ve toplumsal bağlamda olanca yıkıcı deneyin sonrasında enkaza dönüşen insan çıktısı, kurulu dizgenin isterleri içerisindeki rolünden memnuniyetsizlik duyduğu ölçüde kendini yeniden dönüştürebileceği mekanizmaya ihtiyaç duyduğunu hissedebilir. Kanı olarak bu hoşnutsuzluğu ifade etme metotlarından önce adalet ve insaf kavramını kaynağından öğrenme yetisini yeniden kazanabilmek, karar mercilerinin verili, kurumsal yapıyı, otoriteyi ve güçlüyü önceleyen, devlet ve kurumlar karşısındaki bireyin korunaksız durumuyla demokrasinin ancak yüzünü kızartabilecek hak-hukuk klişelerine karşı gösterilecek memnuniyetsizlik modellerinden- kısa vadede etki alanı yetersiz de olsa- daha anlamlı ve ayırt edici olma vasfını kazanabilecektir.

Bu kopmanın çağında toplum denen şeyin alt ve üst yapıya dair bütün kurumlarının temel yapıtaşı olan kişinin, bireysel öz ve köklerine dönmesi bir umutlu olma vetiresi sayılabilir.taşıdığı kütleden başka hiçbir bünyeyi yargılama hakkı bulunmayan vicdanı, ahlak düşkünü sorgucu ve yasa düzenleyicilerin elinde uyumaya terk etmeden, bu tür bir geriye gidiş ileriye ait yolu aydınlatıp açabilir.Dünya hiçbir zaman bir kaybedenler cenneti olma cihetinde devinmeyeceğine ve yitirmiş olan boynunu sürekli göğe dikeceğine göre; bu kabil bir pesimizmin dünyanın ve yitirilmişin durup durduğu yerde kişinin insan kalmasına katkıları olabileceğini de düşünmelidir..

___________________________________________________________

* Sezai Karakoç

** Nuri Pakdil

(***) Gandhi

*Kertenkele

Bir yanıt yazın