"Pek çok alanda kalem oynattı ama daima şair olarak kaldı.” Ahmet Oktay’ı tek cümlede tanımlamanın uğraş gerektirmemiş bir örneği bu. Görüş, Ülkü Tamer’in. Anlaşılan o ki cümledeki vurgu, şair kimliğinde yoğunlaşmayı amaçlamakta. Bir başka ifade ile Ahmet Oktay’ın asal kimliğinin şairlik olduğu imlenmektedir. Ama işin içine Salih Bolat’ın tamamen iyi niyetle kaleme aldığında şüphe duyulamayacak cümleleri eklemlenecek olursa aynı açıklığı bulmak kolay olamayabilir. Salih Bolat diyor ki: “Ahmet Oktay, sanatçı kişiliği, düşünsel kişiliğinin oluşturduğu sis perdesinin arkasında kalmış bir şairdir. Ama bu sis perdesi artık dağılmaya, şiir evreni belirmeye başlamıştır.” “Pek çok alan” ifadesinde kastedildiği gibi “düşünsel kişilik” ile Ahmet Oktay’ın edebiyat incelemeleri, deneme, eleştiri ve edebiyat tarihi türlerindeki yazılarına değinildiği açıktır. Gel gelelim, cümlede, “sanatçı kişiliği”nin açığa çıkmasına mani olan “sis perdesi”nin de “düşünsel kişilik”ten kaynaklandığını çıkarmak mümkün. “Ama” ile başlayıp “artık” ile bir kesinliğe kendimizi bırakmamızı ikaz eden ikinci cümle ise bu durumun sanatçı kişilikten yana bozulduğunu müjdelemekte. Salih Bolat’ın amacı düzyazının şiiri dumura uğrattığı anlamını içermez. O, ağır basan düşünsel kişilik’ten şairliğe bir geçiş yapmak ister sadece. Bu bakımdan “şiir evreni belirmeye başlamıştır” yargısı da “düşünsel kişilik”te bir gerilemeyi kastetmez. Onun kasti (1) düşünce ile şiirin bir arada yürüdüğü; (2) bugüne kadar daha çok takdir edilen yönün düşünce olduğu; (3) artık, şu ya da bu nedenle önde olamamış şiirlerinin de düşünceleri kadar teveccüh gördüğü anlamlarını içerir. Bu tarz yazıların, dergilerin genelinde bolca yer alması nedeniyle olacak, enine boyuna düşünmek aklından geçmez insanın. Okunup geçilir sadece. Cümleler aynen bırakılıp, isimler değişse bile farklılaşan pek bir şey olmayacak gibidir. Örneğin, şimdiye kadar anlamaya çalıştığımız Salih Bolat’ın Ahmet Oktay’la ilgili olarak ileri sürdüğü “şiir evreni belirmeye başlamıştır” yargısı hakikaten doğru mudur? Cevabını, Ahmet Oktay’ın Metin Cengiz’le yaptığı Hayat, Edebiyat, Siyaset (Everest, Kasım 2004) adlı söyleşi-kitaptaki konuşmasından aktaralım: “Benim çok dolaşımda olduğumu sanmıyorum şair olarak”. “Aralıklarla yayın yapan biriydim. Belki de bu yüzden görmezden gelindim.” “Ben edebiyatın 50 yıldır içindeyim ama edebiyat dünyasının, hele bugünkü edebiyat dünyasının çok içinde görünen bir adam değilim”. Görüldüğü gibi, Ahmet Oktay’ın kendi hakkındaki gerçekçi açıklamaları Salih Bolat’ın cümlelerini unutturacak netliktedir. Bu netlikteki gerçekçiliğidir ki Hayat, Edebiyat, Siyaset adlı kitaptaki söyleşi boyunca sürmekte, “düşünsel kişilik” değil elbette ama sanatçı kişiliğinin sorunsallaştırılmasını; yani sanatçı kişiliği görünmez kılanın bizatihi düşünsel kişilik olduğunu ağır ağır öğretir gibidir. Örneğin: “Görmezden gelindim”, “Benim çok dolaşımda olduğumu sanmıyorum şair olarak” sözlerini dillendiren ya da dillendirebilecek kaç şair söyleyebilirsiniz? Okura, yayıncılara, topluma takar da şair, kısmen de olsa bir kırgınlık hissinin görece desteğiyle böyle bir açıklama yapar mı? Ece Ayhan’ı, İlhan Berk’i, İsmet Özel’i, düşünüyorum da aklım almıyor doğrusu. Ahmet Oktay’ın elli yıllık emeği ve bunca kitabına rağmen şiirlerinin neden iltifat görmediği incelenmesi gereken bir konudur şüphesiz. “Şiirimin çok iyi anlaşıldığını sanmıyorum”, diyor. Ona göre bu husus kendinden ve kendi şirinden kaynaklanmıyor demek ki. Gel gelelim, “şiir evreninin” belirmesini engelleyen “düşünsel kişiliği” de olabilir, edebiyat ortamı, dergiler, emsalleri, kendinden sonraki dönem şairleri de… Bir değini olarak, ben, kişisel ya da ideolojik ahlâkî önceliklerinin yeterince estetikleştirilmemesi ile dönem ruhuna özgü kendi ve kendinden sonraki nesillerin kavramsal önceliklerini ve bu öncelikleri dile getirme biçimini tutturamaması olarak gördüğümü söyleyebilirim. “Ben Marksist bir sanata bağlı kalmaya çalıştım ömrüm boyunca”, diyor, her fırsatta. Marksist ideolojiye bağlılığı nedeniyle Ahmet Oktay’ı yargılayacak değilim elbette. Ne var ki bu durum şiir bağlamında bir güvenlik çemberi oluşturmaz, kuşkuları artırır olsa olsa. Henry Michaux Şiirin Geleceği başlıklı bir kongre konuşmasında, “Alın Paul Eluard’ı”, diyor; “kendisi koyu bir Marksist, ama şiirleri bildiğimiz şiirler: düş dolu ve en kırılgan tarzından şiirler”. Sonra Louis Aragon’a sözü getirir: “Önceleri büyük bir şair ve halinden memnun olmayan bir burjuva”ydı, “militan bir komünist olduğunda kendini inandığı davaya vermiş, ama berbat bir şair olmuş, mücadele şiirleri her türlü şiirsel fazileti kaybetmiş”tir, diyerek konuşmasını sürdürür. Ahmet Oktay’ın Marksist ideolojiye ömür boyu bağlı kalmaya çalıştığını söylemesinin şiire olabileceği gibi, şairliğine de etki edebileceği tahmin edilebilir. Buna sebep ideoloji değil, ideolojiyi sahiplenme biçimidir hiç şüphesiz. Söyleme biçimindeki erkeksi ton başta olmak üzere ağırbaşlılık, sözünün eri olmak, lüzumu halinde değişime razı olmak ama yolundan dönmemek gibi bir dizi ahlaki öncelikler sıralanabilir. “Ajitatif, kışkırtıcı ve propagandist bir şiirden uzak durdum.” diyor, Ahmet Oktay, bu portreyi esnetmek için. Susan Sontag’ın yerinde bir tespiti olan “Modern yazın’ın esin perisi sapkınlıktır” (Susan Sontag) ifadesini model alarak söylemiyorum fakat, bu portre, bu modelin kaç mil gerisinde bulunmaktadır, hatırlatmak istiyorum sadece. Bu ‘geride oluşun’ görece fakat, bütün yönleriyle kazınmasının öğretici olacağını düşünüyorum. Şairin bir insan olarak toplumsala ve tarihsele gömülmüşlüğü, insan türüne özgü konulardan da bu konuları dile getiriş biçiminden de kaçamayacağı anlamına gelir. Modern sanata özgü gelip geçici an’ın yakalanması ile insana özgü kaçınılamaz gerçekliğin hem sahiplenilen hem de karşısına geçilmesi gereken hususları arasındaki gerilimli ilişkiyi de özenle eklemeli. Bu konumun içkinleştirilip şiirde estetize edilmesi işin en zor yanıdır. Ahmet Oktay’ın biçem ve birey kavramları ile girdiği fakat estetikleştirme olgusuna değinmeden atladığı bu hususu şiirinde de bulmak mümkündür kanımca. Zira şiir, ona göre, “bir yan anlamlar sanatıdır”. Özetle de olsa şiiri bir yöne teksif etmek beklenmedik sonuçlara gebedir. Bu haliyle şiirsel söz bir oyuna, şiirdeki yaşam da ‘oyun için bir araya getirilmiş sözcüklerin elverdiği ölçüdeki’ yaşama dönüşecek demektir. Adı geçen söyleşi-kitaptan bir alıntı daha: “Ben gündelik hayatı kovalarken bir yandan da entelektüel, kültürel hayatı kovalıyorum. Ve şiirimin büyük ölçüde kültürel bir şiir olduğunu düşünüyorum. Bir çok gönderme içeriyor benim şiirim. Yani siyasete gönderme var, edebiyata var, felsefeye var.” “Kültürel şiir”in Türk şiir okuyucusuna bir beden büyük geldiğini düşünemeyiz, değil mi? Yine bu şiirin “şansa” bağlanması kadar (“Bu işler biraz da şansa bağlı galiba”) medya, meta fetişizmi, tüketim toplumu gibi şiir dışı unsurlarla da kan uyuşmazlığı varsayılarak sorunun şiir dışında aramasını da… Genelde ülkemizde şiir okumanın gerilediğinden söz edilmesine rağmen Ahmet Oktay’ın şiiri açısından bu durum on yıllarla ifade ediliyor. Dilin ve hayalin yenisi, yani ilk kez söyleniyormuş hissini vermek, “kültür şiiri” gibi iri kıyım kalıplara hafif geliyor olmalı. Şiirin ateşi kıvılcımdır. Kıvılcım tutkuya karşılık gelir şairde. Tutkulu kişidir çünkü, şair. Su yüzüne çıkmış kültürcülük de, felsefecilik de, edebiyatçılık da görünmez kılar şiirsel ateşi. Şiirde, şiirsel ateşin yakıtı her şey olur da, bizatihi şiir herhangi bir şeyin yakıtı olmaz, olamaz. Ahmet Oktay’ın kişiliğine özgü alan şiir değildir. Büyük ekseriyetle bu kişilik etkisiyle “dolaşıma” girememektedir şiirleri. Oysa, düşünen adam portresine karşılık gelen düzyazı tam da bu adama göredir. Ama bu ıra şiiri hırpalar, uzaklaştırır kaynağından. Söyleşilerle desteklemeye mecbur bırakır yıllarca. Ne dergilerden mahrumdur Ahmet Oktay, ne edebiyat çevreleri, ne de gerekli tanıtım imkanlarından. Ama olmamıştır, olamamıştır bunca şiire rağmen unutulmaz şiirlerin şairi. Buna hayıflanılabilir dünden bugüne ama gelecek zamanların ne getireceği de bilinemez. Belki Ahmet Oktay şiirinin meftunları yetişir, şiir zevki alttan alta onun kültürel şiirinden tat alan nesillerce yaşar, yeni ekollerin kökenini oluşturur. Benim sözüm Metin Cengiz’le yaptığı Hayat, Edebiyat, Siyaset adlı söyleşi-kitaptaki konuşmalarından çıkartılabilir sonuçlardan bir sonuç sadece. Susan Sontag diyor ki:. “Büyük yazarlar ya koca olurlar ya da âşık.Bazı yazarlarda bir kocanın sağlam erdemleri bulunur: güvenirlik, anlaşılırlık, cömertlik ve dürüstlük. Başka bazı yazarlar vardır ki, insan onlarda bir âşığın özelliklerini, iyi ahlâktan çok, renkli bir mizacın niteliklerini sever. Herkesin diline düşmüştür: Kadınlar heyecana, yoğun duygular yaşamaya karşılık olarak, bir kocada hiçbir zaman katlanamayacakları –içe kapanıklık, bencillik, güvenilmezlik, kabalık- gibi nitelikleri bir âşıkta hoş görürler. Aynı şekilde okurlar da, anlaşılmazlık, saplantı, acılı gerçekler, yalanlar ve kötü dilbilgisine katlanırlar –eğer buna karşılık yazar onlara az rastlanır coşkular ve tehlikeli duygular yaşatıyorsa.” Okura hakkı teslim edilsin: Şiire değil, düzyazıya özgü kişiliktir Ahmet Oktay. İmkansız Poetika, Şairin Kanı, Metropol ve İmgelem, Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları bu nedenle okunmaktadır, kaynak metin olarak güvenle soğurulup, alıntılanmaktadır. (Aralık dergisinin 19. sayısından alınmıştır.)
2 thoughts on “Kültür Şairi Ahmet Oktay Üzerine”
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Ahmet Oktay’ın Attila İlhan ve Mavi dergisi çevresinde başına gelenlerden sonra bir daha toparlanamadı. Kendisini hem bir sosyolog, hem bir köşe yazarı hem de şair olarak tanımlayabilmek elbette doğrudur. Toplumu Gerçekçiliğin Kökleri ya da 1923-1953 Cumhuriyet Dönemi şiiri gibi kitaplarını daha ciddiye alıp okumayı tercih ederim. O kadar kuram oku, ama sonuç Eagleton, Bakhtin alıntılamaktan öte hiç bişey yok..
AHMET OKTAY DENEYSE’CİLERİ KIZDIRACAK SÖZLER SÖYLEDİ.HALİM ŞAFAK’IN OKTAY İLE SÖYLEŞİSİNDE DOĞRU YÖNLER ÇOĞUNLUKTAYDI VE TEK ELEŞTİRİ DENEYSEL İ�? YAPANLARDAN GELDİ DENEBİLİR. AHMET OKTAY KİTAPLARININ TÜMÜNÜ OKUYUP, BİR DE BU SÖYLEŞİSİNİ GÖZ ÖNÜNE GETİRDİĞİNİZDE GÖRECEKSİNİZ Kİ, OKTAY GERÇEKTEN İYİ ŞAİR VE O’NUN ÖNÜNDE HİZAYA GELMELİ EN ÇOK DA GENÇ ŞAİRLER DERİM.