Şiir içeriden, içten bir sesleniştir.Kimin neye ne şekilde seslendiği bir yana,özünde dinamik bir unsur taşıyan şiire duyarlı her şair;dünyamızdaki haksız ve ifsat edici işleyişe,hayatımızı biçimlendirici güçlere/otoriteye reddedici konumunu her zaman koruyacaktır.Zira şiirin anti-konformist tavrının gerektirdiği bir durumdur bu.Risk ve cesaret diyoruz.Susmak,kanıyla yazan şairin ihanet belgesidir.Tehlikenin içinden sesletilen şiirin ortasında,sükûn ve selâmetin filiz verdiği alanlar da olacaktır kuşkusuz.Hayatımızdaki tehlikeyi değil,tehlikenin içindeki hayatı tercih ediyoruz.Bu hayatın içinden neşvünema bulan şiirin ayırt edici vasfının teklif değil tehdit olduğu kanısındayız.Bu kanı bizi risk ve cesarete sevk edecektir.Kime karşı risk ve nasıl cesaret?
Hayatımızı dar kalıplar içine sığdırmaya çalışanlara karşı,Dünya sisteminin tuzaklarına karşı,şairin ciddiyetten uzak gevşekliğine karşı,dünya-dan olmaya karşı,sorumluluk bilincini unutturanlara karşı,dünyamızı kasıp kavuranlara karşı,Türkiye’yi yaşanmazlaştıranlara karşı,zulme ve sıradanlaşmaya karşı.Bu risk,Temel İlkelerden aldığımız cesaretle kıvama erecek,Kendilik bilgisiyle özümüze ilişkin bizi cesur kılacaktır.
Şiire görev biçmenin tuzağına düşmek bizden uzak dursun.şiirin özündeki savaşkanlık-ideolojik söylemin kolaycılığı bir yana-epik duyuşu merkeze alan yeni bir söyleyişi,şiiri ve şiirin sesletildiği alana sorgulayıcı bir bakışı zorunlu kılıyor.Bu zorunluluk bir başka zorunluluğu içinde barındırıyor:"Estetik Merkezileşme" dediğim;dünyaya ve içinde vuku bulan olaylara kapalı olan şiirin,kendi içinde kurulu hükümranlığına itirazdan doğan çıkış arayışı..Bu aynı zamanda,fikrimce şiirin ‘yapılan bir şey’ olmadığının da hatırlatıcısıdır.Hüseyin Cöntürk’ün dediği gibi şairin bir dünya görüşüne sahip olmasını değil,ama yine de ‘dünyaya özel bir bakış’ının bulunması gerektiğini savunuyoruz.Cöntürk ,"şiir bölmesi(estetik bölme) diye yaşamdan ayrılmış bir bölme yoktur" derken yıllar öncesinden günümüz şiirindeki önemli bir soruna işaret ediyordu.Bu mücadelesiz olmaktır,bu sorumsuz olmaktır,bu şairin merkezileştiği estetiğinin esiri olmaktır.Bu ‘vaktin oğlu’ değil,gündelik olanın kurbanı olmak demektir.Bu,günü kurtarayım derken,şiiri etkisizleştirmekten başka bir şey değildir.Bunun varacağı yer,abartılı romantizm ve özsüz bir şiirdir.Bunun ulaşacağı menzil(ki bu yana yakıla varılan bir uğraktır) yaşayan insandan,yaşanan hayattan kopukluktur.Hayatın içinde dönenip duran bir edilgenlik,bir uzlaşma,bir düşülke yorumu,bir düşsellik,bir serap,bir pasiflik,bir yalıtılmadır.
Hayata kök salan bir şiirden yanayız.Bu taraf olmayı,telef olmamayı gerektiren bir durumdur.Bu,bürokratik bir iktidardan yana değil,hakkaniyetten yana bir tutumdur.Bu tutum,bizim,zulme uğrayanlardan,ezilenlerden,sömürülenlerden yana olmamızı söylüyor.Hegomanik güce,muktedir olana karşı olan şiir,sarahaten kurtuluşun nerede olduğuna işaret eden bir şiirdir.Yılgınlıktan,mızmızlanmaktan,geride durmaktan,uzlaşmaktan yana olmadığımızı,şiiri bir davranış biçimi olarak düşünmemiz gerektiğini söyleyen bir şiirdir.
Şiirin bir davranış biçimi olduğuna dair fikrimizi açıklıkla dile getirmek gerekiyor.Nedir şiirin bir davranış biçimi oluşu?Şiir metni her şeyden önce bir karşılaşmanın ifadesidir;dünyayla karşılaşmanın,insan ve insan topluluklarıyla karşılaşmanın,duygu ve zihinle karşılaşmanın,hayat ve ölümle karşılaşmanın ifadesidir.Şiire sahici bir dayanak arama adına yola koyulan şair için ilk uğrak ve esas amaç,eserde ve eserle birlikte muhatabına sunduğu içtenlik(samimiyet)tir.Şiirine içtenlik murat eden her şairin,bu iradenin doğal bir uzantısı olarak toplumsal koşullarda,insan ilişkilerinde sergilediği davranış biçimlerine de aynı içtenliği kazandırması kaçınılmazdır.Her hal ve şartta duygu-düşünce-hayat birlikteliğini samimiyetin temel koşulu sayıyoruz.Yaşadığımız medeniyet,sosyal hayattaki insan ilişkilerinin daha sağlıklı bir zemine oturabilmesi için ‘nezaket’i salık veriyor bize,ama karşılığında ‘içtenliği’ alıyor.Maskelerle yaşıyoruz,bu iyi geliyor bize,her şey yolunda diyoruz,ama yolunda gitmeyen bir şeyler var.Alnımızdaki etiketlerle oyun oynuyoruz,mutlu oluyoruz bu oyundan.Bu yüzeysel mutluluğun yarıklarından sızan çürümüş et kokusunu hissedemiyoruz.Bu da bir körelme,bir yozlaşma,bir çürüme,kendimizden ve özümüzden dışarı çıkma,bir kabullenmişlik,yine bir uzlaşmadır.Uzlaşma çünkü,manevrada bulunabilecek içtenlikten yana olan azığımız kurumuş ve kof.Kokuşmuş bir hayatı sürdürmenin tehlikelerini sezen şair ise son derece somut bir davranış ve beşeri bir etkinlik olan şiiriyle,bu oyundan dışarı çıkmanın özgürlüğünü bir imkân olarak elinde bulunduracaktır.Bu, hayatı es geçip düşsele sığınmak değil,paradoksal bir biçimde,kökü hayatta olan bir şiirin,öngörülen veya dayatılan anlayıştan bir davranış olarak dışta olması,dışarlıklı olmasıdır.Hayatın kıyısında acının resmini çizmeye benzeyen bu tavrın marjinal boyutları olduğunun farkındayım.İşbu bu ‘fark’ bile marjinal bir tutumdan yana olmaktan bizi uzak tutuyor.
Hayatın kıyısında yaşıyor şair,ama damarlarıyla hayata bağlanmakta.Medeniyetin değerlerine bigane kalmanın bir imkânı olarak görüyor dışta kalmayı.Salvo atışlarımızı kıyıda olmamıza rağmen, ‘topyekün bir mücadele’ olarak gördüğüm şiirin alanında kalarak yapabiliriz.Bu bir tekliftir esasında.Şiirimize sağlam temeller aramanın başlangıcı olarak düşündüğüm bu teklif,süreç içerisinde kazandığı boyutlarla bölük bölük,kısım kısım bir davranış biçimi olarak kozasını örecektir.Mücadele etmek,içinde müdahil unsurları da barındırıyor.Buysa kıyıda olmayı,kıyıda bir dahli,kıyıda bir savunmayı,kıyıda bir savaşmayı,kıyıda bir mücadeleyi,kıyıda bir donanmayı,kıyıda bir zenginleşmeyi,kıyıda bir gövermeyi,kıyıda bir konuşmayı,kıyıdan bir risk ve cesareti mümkün kılıyor.