Konuşma Dilini Esas Almak
Şiirde konuşma dilinin esas alınışında beliren en büyük tehlike, şiire özgü farkın ortadan kalkmasıdır. Şairin, şiirinde, sadece konuşmayla yetinmesinin doğal bir sonucu: Düz ifade. Konuşmanın şiire özgü prizmadan geçirilmesidir esas olan. Şairin yalnızca konuşma yetinmesi ortaya bir takım ilginç sözler çıkarır. Ve çoğunluk itibariyle bizler de buna ‘imge’ adını veririz. İmgenin eleştirel süzgeçten geçirilmesi durumu da güme gider bu arada. İlginç sözler, imge olur. Şiirde somutluk, doğrudan ifadeyle sağlanır ancak. Şairin kuruntularını şiir adı altında okumak istemiyoruz.
"Yaşayan insanı, yaşanan hayatın şiirde tebarüz şartlarından biri, konuşma dilidir. Günümüz şiirinin temel meselelerinden biri, konuşma diliyle ilişkisinde yatmaktadır." (s,260)
"Günümüz şiirinin en vahim sorunlarından birisi, konuşmanın iptal edilmesidir. Bu durum günümüz şiirindeki özsüzlüğün sebebidir. Konuşma ve buna bağlantılı olarak somut ifadenin öncelenmesi şairini konuşma gerekçesi üzerinde düşünmeye zorlayacaktır." (s,155)
80’ler şiirinin vahim tablosu düşünüldüğünde, yine de bu gün konuşma diline olarak yazılan şiiri ciddiye alabiliriz. Konuşma dili, en nihayetinde yaşayan insan ve yaşanan hayatla irtibata geçirilmiş olarak metne yansıyacaktır. Bu da metne organik bir nitelik katar. Sentetik şiirin tuzağına, yapay şiir diline düşmemiş oluruz böylece. Yapay şiir dilinde sahicilik aramak boşuna bir çabadır. Bu yapaylıkta sahte bir dünya, sahte bir insan, sahte bir şiir algısı vardır. Bu da bir kısır döngüdür sonuçta, karşılıksız kalmaktır. Beşeri bir sestir şiir. Beşeriyetimizden taşan şiir, okunası, tecrübe edilesi bir şiirdir. Beşeri tecrübeden doğan şiir, insan ve hayatla konuşmaya yönelik bir ilgi kurmuştur. Bu ilgi dirilten bir ilgidir. Ve hayatı ırgalar. Hayat doludur.
"…’ın , "…" adlı şiiri, konuşan özneyi öne çıkaran bir şiirdir; oysa öbür şiirleri hem konuşan özneyi, hem de şair özneyi silikleştiren, kişilik özelliklerini törpüleyen, soyut bir şeylerin bir anlatıcı tarafından aktarımına dayalı şiirlerdir." (s,184)
"…’ın bugün itibariyle iki temel sorunu vardır. Birincisi, teknik meselesinde her şeyi sıfatların üzerine kurmaktan vazgeçmek. Buradan giderek konuşmayı öncelemek ve buna mukabil romantizmin yol açtığı abartılı soyutlamalardan, hayaller, hayaller, hayallerden sıyrılmak. İkincisi, öz meselesi. Bir şey iletmek meselesi! " (s,179)
Diri bir öze sahip şairler, şiirlerinde konuşma dilini öncelerler. Öncelenen bu dil, şairi insan ve hayata daha bir yakınlaştırır. Konuşmak harekete bitişik bir eylemdir. Ve şairi canlı tutar. Şaire can verir, yüzümüze kan gelmesi gibidir şiirde konuşmak. Şairin hayallere kapılıp gitmesini engeller ve bu anlamda mücadeleci bir öz taşır. Mücadeleci şiir somut ve diri özlerle yazılan, dirimsel bir şiirdir. Dirim yüklüdür ve etkin bir durumu, etkin bir konumu benimser. Konuşmaya dayalı bir şiir, bunalan ve sıkılan efkârlı bir öznenin şiiri değildir. Her hal ve şartta müdahil bir tavrın şiiridir. Ve bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz şey de bu özellikleri taşıyan şiirin, milletle olan akrabalığıdır.
Şiir – Millet Meselesi
Kaderini başka yerde aramayan bir şairin şiirinin konusu, Türkiye’dir. Türkiye’yi, Türk insanını ilgilendiren bir şiirin peşindedir o. Yazılan her şiir bizce, Türk insanının anlam dünyasında bir karşılığının olması halinde önemlidir. Epik şiir türü, millet meselesiyle yakından ilgilenen bir şiir oluşuyla Türkiye’nin şiiridir. Memleket meselesi, bu şairin özel ilgi alanıdır, epik şairin derdi Türkiye’dir, Türk insanıdır. Epik şiir, siyasi bir şiirdir ve bu anlamda epiğin hareket alanı, tebarüz edeceği nokta, milletin nabzının attığı yerdir. Epik, kavganın göbeğinden sesletilir. Böylece epiğin kavgacı bir şiir olduğunu, epik şairin kavgacı bir kişiliğinin olduğunu söyleyebiliriz. Şairin alınyazısı, milletinin alınyazısıdır adeta. Milletle yakından alakalı bir şiir, Sezai Karakoç’un ifadesiyle milletine kafasıyla, gönlüyle ve ruhuyla yapışıktır. Milletin mukadderatıyla şairin kendi yazgısı arasında bir özdeşlik bir koşutluk vardır. Şiir-millet meselesinde en manidar sözü İsmet Özel’den duyarız: "Türk şiirinin aradığı şey, Türkiye’de yaşayan insanın dünyasına ne derece tekabül ettiğidir."
"Günümüz şiirinde çare bulunamayan hususlardan birisi de yaşadığımız hayat, yaşayan insan meselesidir. Günümüz şiiri hayalden doğan bir şiirdir. Günümüz şairi milletiyle, yaşanan hayat ve yaşayan insanla bir bağ kurmak zorunluluğu duymamaktadır. Muhatap sorunu hissetmemek günümüz şiirinin vahim sorunlarındandır. Bunun altında yatan sebep şairin özgüven eksikliğidir. Özgüven eksikliğinin sebebi üzerinde düşünmek bizi aidiyet sorununa götürür. Milletiyle bağ kuramayan şair hayatsız kalmaya mecburdur. "Alınyazısını milletin alınyazısında arayan şair (Karakoç) yaşadığı zamanı, insanı, hayatı derinlemesine kavramak imkânını ele geçirmiş demektir." (s,141)
Osman Özbahçe, geneli itibariyle sorumluluk taşıyan bir şiirden yanadır. Sorumluluk sahibi bir şair, milletin kaderiyle yakından ilgili bir şairdir. Şair, evvela millete karşı, milletin anlam değerlerine karşı sorumludur. Özbahçe , "Kural Dışı" adlı kitabının daha ilk yazısında bu sorumluluğa dair önemli tespitlerde bulunur. Özbahçe’ye göre şair için en büyük tehlike, onu uyumsuzluğa, aykırılığa yönelten marjinalliğin şiir piyasasında el üstünde tutulması, bize göre de övgüler düzülmesi, şiirlerinin ciddiye alınmasıdır. Burada, bu marjinal oluşta göz ardı edilen, şairin (marjinal şairin) millet meselelerine olan duyarsızlığı, aymazlığıdır.
"Şair, sorumluluk sahibidir. Uçuk kaçık bir tip değildir. Keyif peşinde koşmaz. Bencilliğinden, menfaatinden bir put yontup ona tapmaz. " (s,3)
Özbahçe, millet bahsinde de net oluştan yana bir tavır sergiler. Özbahçe için her şey nettir ve bu anlamda doğrudan hükümleri dile getirişiyle vazgeçilemezdir. Özbahçe, şiiri, ustası olarak gördüğü İsmet Özel gibi, bir ölüm-dirim meselesi olarak görüyor, bu gerçek. Bu gerçeğe bir gerçek daha eklemek gerekirse, onun şiirinin ve eleştirisinin ana sorunsalı, Türkiye’dir, Büyük Türk Şiiridir, millet bilincidir.
"Şair, millet olarak kişiliğimizi, varlığımızı borçlu olduğumuz kaynağa karşı birinci dereceden sorumludur. Milletinin gelmişine geçmişine, ekmeğine aşına, dinine imanına karşı sorumludur. Buralarda olup biten her şey onun birinci meselesidir.(…) Bizim için varlığımızı korumak ve peşi sıra yeniden doğuş hâlâ bir hayat-memat meselesidir. Varlığımızı borçlu olduğumuz kaynak hâlâ tehdit altındadır. Bu durumda şiirimiz bu kaynağın tahribi ve buna karşılık mukavemetine dikkat kesilmelidir. Kendini bu meseleden bağımsız hissetmek kalleşliktir. Düşman safına geçmektir. Millet olarak direnişten dirilişe, hücuma ve zafere geçmemizin başka bir yolu yoktur." (s,3)
Özbahçe’ye göre şair, milleti adına konuşan adamdır. Sezai Karakoç’un tabiriyle atan nabzı, çarpan yüreğidir. Mukadderatını mensubu olduğu milletin mukadderatıyla bir ve aynı gören şair, sözü, milleti adına alır, milleti adına konuşur. Milletle hayati derecede esaslı bir bağı vardır. Şaire ve yapıp etmelerine anlam veren bu bağdır aslında.
"Şiir, insan için, kendi kaderinden konuşmak olduğu kadar, hatta daha fazla, milletin kaderinden konuşmaktır. Şair için milletinin kaderi kendi kaderidir. Burada parçalanamaz, birbirinden ayrıştırılamaz bir ilişki vardır. Şair oraya yerleşir ve kendini ve her şeyi oradan konuşur. " (s,5)
"Bize lazım olan, sorumluluğumuzu idrak etmektir. Milletimizle bağımızı aramaktır. Israrla, büyük bir şeyin inşasına emek vermektir. Hevâ ve heves, sadece hevâ ve hevestir. Burası, bu memleket bizimdir. Ona göre davranmamız lazımdır. Düşmanın gücü, gücümüz karşısında her hareketimizle erimelidir. Öyleyse güçlü bir şiir hepimizin boynunun borcudur. Bu bizim milletimize borcumuzdur.
Sonuç Yerine ya da Hep Hayat! Hep Hayat!
Özbahçe eleştirisinde, başından sonuna, şiire yaklaşım biçiminden şiir-millet meselesine gelinceye kadar, düşündüğümüzde, Özbahçe şiirini de buna katarak, ana meselenin bir ‘bilinç’ meselesi olduğunu görürüz. Bu bilinç, daha çok milletimizin kaderiyle şekillenmiş, hayat ve insanı temel alan bir bilinçtir.
Özbahçe’yi yüksek sesli konuşturan da, şiirimizin genelinde gördüğü, şairlerde şahit olunan topyekun bir uyuşukluk, bir idraksizlik, bir körleşme ve edilgenlik durumlarıdır. ‘Ucunda ölüm olmayan şeyi ciddiye almak zorunda değiliz’ der, İsmet Özel. Bütün büyük şairlerin ana karakterini oluşturur bu: Millet bilinci ve millete olan duyarlılık. Şiir geçmişimiz, bu duyarlılıklar ve tanıklıklarla doludur. Şairi geleceğe taşıyan bu hassasiyettir biraz da. Mehmet Akif’i şairlerin piri kılan budur, Namık Kemal’i vatan şairi kılan budur, Fikret biraz da "Sis" şiiriyle Fikret’tir, Nazım, ‘İnsan Manzaraları’yla Nazım’dır, Turgut Uyar, "Terziler Geldiler", Sezai Karakoç, "Köpük" ve "Hızırla Kırk Saat" şiirleriyle millete mal olmuş, millet tarafından sahiplenilmiş şairler olagelmişlerdir. İsmet Özel, milletle derdi olmasaydı İsmet Özel olamazdı belki de. Bu şairler, milletimiz varoldukça yaşayacaklardır. Bu şairlere yaşarlığını sağlayan şey, milletin dinamizmine olan inançlarıdır. Millet vurguları, millete yönelik duyarlıkları, anlamlarını milletin anlam dünyasında aramalarındandır. Milleti bu güne dek yaşatan değerlere olan hassasiyetleridir. Taşıdıkları bilinçtir, öfkedir, tepki ve arayıştır. Milletten güç almaları, millete güç vermeleridir. Bu şairlerin büyük çoğunluğu, konuşma biçimlerini içinde yer aldıkları milletten almışlardır, halkın konuşmasını halktan alarak karşılığında halka hayat vermişlerdir. Can katmışlardır. Sözcümüz olmuşlardır.
Osman Özbahçe’yi, millet bilinciyle yazılan bir şiirin temel ölçütlerini algılamamıza, belirginleştirmemize katkı sağladığı için üstün emek gücüyle önemsenmesi gereken bir şair-eleştirmen olarak görebiliriz.
Kaynakça
Osman Özbahçe, Sağlam Şiir, Ebabil yay. 2006, Ank.
Osman Özbahçe, Kural Dışı, Ebabil yay. 2007, Ank.
İsmet Özel, Çenebazlık, Şûle yay. 2006, İst.
Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları 1, Diriliş yay.,1982, İst.
Hüseyin Cöntürk, Çağının Eleştirisi-Birinci Kitap- YKY, 2006, İst.