Poetik Doğruculuk: (..) Kavramlardan birincisi Politik Doğruculuktan türetilen ve genelde İngilizce içinde “teknik olarak olumlu ve doğru” şiiri ifade eden Poetik Doğruculuk olacaktır. Kavramı, bir şiiri ya da herhangi bir imgeyi duygusuzca yazma pahasına denetlemek anlamında kullanacağım. Bu gelede “ölü duyguların ve ölü kültürel nesnelerin yeniden çevrime sokulması” bir süreçte popüler kültürün etkisi ile gelişen şiirin bir yan etkisidir (115).
Postşaşkınlığın Yaratacağı Sanat Türleri: Sanayi toplumunun ve teknolojinin yarattığı insanın postşaşkınlığı için yaratabileceği iki sanat türü olabilir. Postşaşkınlık kendisini meta-şaşkınlığa doğru ilerletirken burada karşımıza ancak dada çıkacaktır (diğeri ise post-terapik olan her şeydir (74).
Sanat İle Gerçeklik Arasındaki Bağ: Bkz. Eleştirmenimiz ve Şiirde Tercih.
Sen: Bkz. Dıranas’ın Dehası.
Soylu Yenilikçi Şiir: Soylu Yenilikçi Şiir, tıpkı Felsefi Şiir gibi “söz”ü kendine göre yorumlamakta ve yazılı kültürün teknolojik imkânlarını otantiklik adına epistemolojik ve bilimsel olarak reddetmektedir. Bu anlamda iki çıkış da “muhafazakâr”dır ve gelenekten beslenmek yerine bunu yeniden üretmektedir (171).
Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözlü kültürde bellek, şairi dili ile sınırlıyordu ve şiir burada, hayatın tam ortasında şairin en içten olabileceği yerden geliyordu: Ortaklanmış olan (communis), yazılı kültürde şiir estetiği tersine gelişti ve ortaklanmaları, ortaklanmayanlar üzerinden gösterdi (commucication), bugün geldiğimiz noktada şiiri geçersiz kılan şeylerden biri de “ortaklanmalar”ın parsellenmiş ve hesaplanmış olduğunu, Sözlü ve Yazılı Kültürde ortaya çıkarılmış tüm poetik mirasın (lirik, epit, ethos, pathos, belâgat, retorik, ahenk, rim, imge, kafiye vb.) hepsinin “ürün” uğruna kullanılmasıdır. Burada “ürün” kapitalist üretim sonucu ortaya çıkan ihtiyaç maddesinden çok daha başka bir şey: Hiper-communication (7, 8).
Söz, göze ancak eylemde görünebilirken yazı, yazar ile okur arasındaki uzaklığı artırmış, havada uçuşan lekelerden oluşan şiir metni, bir şiir çıktısı hâlinde, tekrar üretilebilirin alanına girmiştir (48).
Sözlü Kültürden Basılı Kültüre gelişen (evrilen, değişen) poetik eylem, ses telleri / gövde ve müziği içeren dilin ortaklanmaya açık deneyimlerinin sayıp dökülmesinden, tek ve özerk bir imkân olarak tanınmış modern bireyin deneyimlerinin dil aracılığı ile ortaklanmamışa eklemlenme çabasıdır. Bu bağlamda Önerilen Tarihi Kabul ve Tasdik eden ve onu detaylandırarak ona bir perspektif katan Destan Şiirinden (bu tür epik şair, stand-up’ın icadı ile ortadan kalkmıştır, stand-up’çı kullandığı teknikler ile meddahtan ayrılır; o sözlü kültürün yazılı metin üzerine bindirilmiş “hayret” dinamosunu şair kadar çalıştırmasını bilir), öncelikle sınıfların özerk tarihlerini dile getiren Gerçekçi Şiire, oradan da tamamen tek bir bireyin deneyimini hiçbir mutabakat olmadan toplumun diğer kalanına öneren Basılı Kültür Şiirine gelinmiştir. Basılı Kültür Şiiri, liriğin ve epiğin hiçbir sözlüğe gerek kalmadan ya da tamamen “neoloji”ler yolu ile üretilmiş ve kendi-için hâli olarak şiirin gövdesi olan şiirdir (48, 49).
Şair-Kayıp Boyut: Yeni şiirin imkânları, her zaman tartışılabilir olmakla birlikte, bunun sadece bir “duruş” meselesi olduğunu söylemek de tek boyutlu kalıyor. Şair, bunca boyut arasında kayıp bir boyutu aramaktadır. O kayıp boyut, ancak şairin “ben” demekte ısrar etmesi ile bulunabilir ya da hiç bulunmayabilir (82). Bkz. Ben; Ben-İsyan.
Şair, Meydan Okuma: Bkz. Köpek Gibi Çalışan Şair.
Şairin Yeri: Şair için tanımlanan özgül ve imtiyazlık gerçeklik alanı, bir kimlik oluşturmasına yetmemektedir. Çünkü “yer” muğlâklaşmıştır. Şairin, yerini belirleyen “şiire içkin” kodlar ve tanımlamalar çok küçük bir sığa teşkil etmektedir (80). Bkz. Kimlik Bölünmesi.
Şiir: Şiir bir an sonrası ile bir an öncesi arasında yapıp etmelerin boşluğunda yatar (73).
Şiir Beklemediğimiz Yerlerden Gelmekte: “.. Felsefe ve şiir, beklemediğimiz bir yerlerden gelmekte”. O yerleri keşfetmenin merkezine anlamı, kelimeyi ve bunun hastalıklı çocuğu imgeyi, nesnel karşılık (!) uyarınca yerleştirmeyi, soyutluğun bile somutlukla karşılanabileceği bir imge dünyası yaratan şairin bulunması imkânsız. Alışveriş merkezinden hakikat satın alınamayacağını bilen müşteri, onu nereden satın alabileceğini; ancak onu talep ettiğinde öğrenecektir. Bu talebi yaratması gereken şairlerin, imgenin, duygunun, ahengin, başka bir tahayyülün, başka, alışverişmerkeziöncesi bir hakikatin nesnesi hâline geldiğini görmeleri gerektiği sürece, imge mekân tarafından yaratılacak ve kelimelerin şiirdeki zayıf ve talebi kışkırtmayan hâlleri neon ışıkları karşısında mum gibi tükenecektir, tükenmektedir (16).
Şiir Kitabı, Bugün: Ben kısaca formüle edeyim, A5 boyutlarında bir harflik küçük karelere bölünmüş bir matris ve bu matrisin harf/birim kutucuklarına dolacak 29 harften birinin orada olma olasılığı, daha sonra bu olasılık anlamlı kelime olasılığına dönüşür, bugün şiir kitabı boşluklardan arta kalan şeylerden başka hiç bir şey değildir (Cümle parantez içinde yer almaktadır; Sekoya) (155).
Şiir İnternet İlişkisi: Eğer kitap sayfasının yerini alan şey ekranın muhayyilemize yakın koşulları ise, ortamın kendisinin ortamlararası olarak tanımladığı, dilin aslında dillerarası, göstergenin artık göstergelerarası olarak zenginleştiği yerden bahsediyorsak, Şiir ile İnternet arasındaki ilişki hakkında çoğumuzun hiçbir şey bilmediği, ikincil kaynaklardan ve deneyimlerden bahsettiğini açık yüreklilikle söylememiz gerekiyor (185). Bkz. İnternetin Edebiyata Etkileri.
İnternet, dilin kendisinin kendi kendisi için var olabildiği ve bu yüzden şiir ile büyük benzerlikler taşıdığı tek mecradır (186).
Şiir, Tasa: Her şiir, önce bize görünür olan, el-altında olan, bildiğimiz ya da bildiğimizi sandığımız bir “şey” hakkında yürüttüğümüz tasa ile başlar. (..) Şiirin içindeki “iş” şairin yapma olarak dönüştürdüğü bu tasanın bitmek tükenmek bilmeyen enerjisidir (30).
Şiir, Yeni, Yenilik: Artık şiirin yeni ile birlikte adının anılmasının imkânsızlığı yanında yeninin niteliklerini bir bir yitirdiğini, kendini bir hız kapanına verdiği söylenebilir. Hızın krallığında yeni de sadece seçebildiğimiz renk lekelerinden biri haline geldi (11).
Şiirde Tercihim: Bkz. Eleştirmenimiz-Şiir.
Şiirdeki İş: Her şiir, önce bize görünür olan, el-altında olan, bildiğimiz ya da bildiğimizi sandığımız bir “şey” hakkında yürüttüğümüz tasa ile başlar. (..) Şiirin içindeki “iş” şairin yapma olarak dönüştürdüğü bu tasanın bitmek tükenmek bilmeyen enerjisidir (30).
Şiirdeki Menfi İş: Şiirdeki “negatif / menfi iş” şiir denen şeyin, Uzviyete (Varlığa, Olmaya, Bilmeye, Bulmaya) bağlandığı yerdeki tekniktir. Öyleyse bu tekniğin tek tek biçimle ya da biçemle bir ilişkisi yoktur; çünkü onlardan önce gelir; çünkü onlardan çok önce unutulur. O zaman o her zaman unutulan’a aittir. O her zaman “olumsuzlama” gücü verendir, dil dâhil her şeyin ötesinde Şiirin yapısına katılan en kuvvetli öğe olarak (36).
Şiirden Öğrenmek: Okurun göz ile okuması, kulak için icat edilmiş birçok dilsel yapıyı kökünden sarsmıştır. Bu sarsılan yapıların Lirik ka(lı)plarla şiire tekrar sokulmaya çalışıldığı dönem geri kalmıştır artık. İnsanların şiir dili yolu ile öğrenecekleri hiçbir hakikat kalmamıştır. Şiir ancak boşlukları ifade ederek (yani kısaca girişim grafiğini gözler önüne sürerek) katmanlar arasında değerli bir inşa faaliyetine girebilir. Bu bağlamda boşluklu olan her şey şiirin konusu olabilmektedir (48).
Şiiri Dert Etmeyen Şairler: Karşımızda “hüküm veren” bir peygamber edası ile konuşanların çoğu 19. yüzyıl Fransa’sının flânörleri gibi gözükseler de dert ettikleri şey “şiir” değildir, kendisini bir yolla ifade edebilmektir sadece (43).
Şiirimiz ve Ezilenler: Türk şiiri, bir şekilde hep “ezilenlerin”, Virilio’nun deyimi ile “hızca yavaş sınıfların” tarafında olmuştur; çünkü oradan gelmiştir (40).
Bugün ezilenlerin elinde oyuncaktır şair. Öyle bir ilişkiye girmiştir ki değil internet, ultra-net getirseniz değişmez. Dünyayı değiştirmek değil, yaşamak istiyordur çünkü (42).
Şiirin Konvansiyonel Hâli: Bugün şu söylenebilir, şiirin kalıp olarak uzaktan görüntüsü içeriğinden daha “tanıdık” hale getirilmiştir. Okumadan “şiir olduğu hakkında fikir yürütebileceğiniz” bir desen halindedir şiir. Buna “şiirin konvansiyonel hâli” denmez de ne denir? (156). Bkz. Şiir Kitabı, Bugün.
Şiirin Konusu: Okurun göz ile okuması, kulak için icat edilmiş birçok dilsel yapıyı kökünden sarsmıştır. Bu sarsılan yapıların Lirik ka(lı)plarla şiire tekrar sokulmaya çalışıldığı dönem geri kalmıştır artık. İnsanların şiir dili yolu ile öğrenecekleri hiçbir hakikat kalmamıştır. Şiir ancak boşlukları ifade ederek (yani kısaca girişim grafiğini gözler önüne sürerek) katmanlar arasında değerli bir inşa faaliyetine girebilir. Bu bağlamda boşluklu olan her şey şiirin konusu olabilmektedir (48).
Teknoloji Konusunda Züppeleşmek: Bizim teknoloji konusunda “züppe”leştiğimizi zannedenler olduğunu biliyorum. Oysa tam tersi. Ben kendi adıma “tekno” konusunda lâf ebesinden daha fazla “insani” deneyim yaşadım. Benim kuşağım da öyle. Hatta benden sonraki kuşak tamamen buna batmış durumda. Deneyimin iletişimle ilgili kısımlarını “kurgusal” bir düzenekte görmekten ötesini bilmiyorum. Bu yüzden de teknoloji delisi gibi görünmekten, gösterilmekten bıktım (61).
Türk Şairi ve Teknolojik Aygıt: Türk şairinin herhangi bir teknolojik aygıt ile yazı adına deneye giriştiğini sanmıyorum (daktilo dâhil). Başından beri kent, şair için dönüştürülebilir bir simgesel alan olmuştur. O yüzden de maruz kaldığım bütün “saldırının” faili ve kurbanı olarak kendimi “görsel şiirin” mecralararasılığında (intermedia) bulmam hiç de garip gelmiyor bana (6).
Türk Şiirinin Sırtını Döndüğü Her Şey: Türk şiirinin sırtını döndüğü her şey, bir gün kendisine “kültür” ya da “teknoloji” olarak geri dönecek, içinde yaşadığı toplumun sınıflardan değil, işte bu akışın içinde kendine yer bulmaya çalışan ve eninde sonunda birkaç merkezin etrafında dönenmekte olan “simgeler, düzgüler ve tüketim/üretim ilişkileri” arasına sıkışmış kalmış bellek aralıklarından mürekkep çevreler olduğunu ve bu çevrelerin “iletişim” arzularının merkezler tarafından önce dil düzeyinde tuzağa düşürüldüğünü fark etmek zorunda kalacaktır (194). Bkz. Sözlü ve Yazılı Kültür; Görsel Şiir, Türk Şiirine Getirilmiş Eleştiri; Görsel Şiir, Görsel Şiir İşi; Türk Şairi ve Teknolojik Aygıt; Şiir Beklemediğimiz Yerlerden Gelmekte; Genç Şiirin Tek İmkânı.
Ürün: Bkz. Sözlü ve Yazılı Kültür.
Yazı: Söz, göze ancak eylemde görünebilirken yazı, yazar ile okur arasındaki uzaklığı artırmış, havada uçuşan lekelerden oluşan şiir metni, bir şiir çıktısı hâlinde, tekrar üretilebilirin alanına girmiştir (48). Bkz. Sözlü ve Yazılı Kültür.
Yazı ilk kez kendisini akışa bırakabilecek ve akıldan yoksun (irrasyonel değil, irreel) bir Zaman’da serpilmektedir (165).
Yazılı Kültür: Bkz. Sözlü ve Yazılı Kültür; İnternetin Edebiyata Etkileri.
Yazılı ve Basılı Kültür Şairi: Yazılı ve basılı kültür şairi, hatırında kalan şeyleri yazmaz, söylemez. Onun için metin alanı ve şiirin söylem alanı çakıştırılabilen ve dağarcığın ötesinde kentin içinde yeni karşılaşılmış durumları, nesneleri vb. kayıt altında tutabileceği yeni imkânlardır da. Bugün şairlerimizin Söz konusundaki bu ısrarlarını anlamak mümkün değil, çünkü yazılı kültürden sonra söz’den bahsetmek elbette hoş olsa da, biraz fazla nostaljik ve sığ bir iddia. Sözlü kültür şairi, dünyayı “gördüğü ve duyduğu” kadarı ile aşikâren deneyimlerken, yazılı kültür kent şairi, dünyayı ve şeyleri aşikâren deneyimlerken, şiiri vekâleten yazar. Vekâleten yazar çünkü “konuşması” askıya alınmıştır (170, 171). Bkz. Sözlü veYazılı Kültür.
Yeni, Yeni Fikri: Yeni, tek bir andır, uçucu, saçma-sapan ve arapsaçı olandır; belki de o âna kadar keşfedilmesi gereken “karmaşa”nın kendine ulaşabilmek ve bu karşılaşma ânından yenik çıkabilmektir (159).
Zaman / Mekân kurgusu içine yerleştirdiğimiz her şeyin temellerini sarsan korkunç travma ânına sürekli geri dönüşü kolaylaştıran yeni fikri, kendisini ilerlemek isimli bir sığa içinde geliştirdiği sürece, kırık ayna metaforundan daha güçlü metafor beklemeyelim şairlerimizden, yazarlarımızdan, sanatçılarımızdan. Ayna inşa etme ilmine sahip olduğumuzu bile unutturacak olan bu görüntü karşısında yapacak neyimiz var? (160).
Yeni Şiirin İmkânları: Yeni şiirin imkânları, her zaman tartışılabilir olmakla birlikte, bunun sadece bir “duruş” meselesi olduğunu söylemek de tek boyutlu kalıyor. Şair, bunca boyut arasında kayıp bir boyutu aramaktadır. O kayıp boyut, ancak şairin “ben” demekte ısrar etmesi ile bulunabilir ya da hiç bulunmayabilir (82). Bkz. Ben; Ben-İsyan.
(*)- Bu sözlükçe “Tüğün, IŞIN, Serkan, Ebabil Yayıncılık, 2007, 1. Baskı” adlı kitaptan alıntılanarak hazırlanmıştır.
(**) Parantez içerisinde belirtilen rakamlar, Tüğün adlı kitabın sayfa numaralarını belirtir.