Batı’da muhtemelen altı yüzyıl sürmüş olan çarpıcı bir yaratıcılık çağının sona ermiş olduğunu ve o andan itibaren nasıl bir sanat üretilirse üretilirsin, ayırt edici özelliğinin tarih sonrası olarak adlandırmaya hazır olduğum bir nitelik olacağını duyurmaya hakikaten niyetliydim. (s.44)
Artık hiçbir sanat diğer sanat karşısında tarihsel olarak dayatılmamaktadır; hiçbir şey bir diğer şeyden tarihsel olarak özellikle yanlış değildir. Bu nedenle, sanatın son bulduğu inancı, en hafifinden, hangi eleştirmen türünden olamayacağımızı belirtir, tabii eleştirmen olacaksak: Artık, tüm diğer şeylerin sınır çizgisinin dışında kalmasından ötürü tarihsel olarak dayatılmış hiçbir sanat biçimi olamaz.(s.51)
Benim düşünceme göre, sanatın sonu sanatın hakiki felsefi doğasına ilişkin bir farkındalığa erişilmesini içerir. Bu tastamam Hegelci bir düşüncedir ve Hegel’in bu düşünceyi bildirdiği pasaj da ünlüdür: ‘Sanat, kendi en yüksek belirlenimi yönünden bizim için geçmiş bir şeydir. Sanat yapıtlarının artık bizde uyandırdığı salt dolaysız haz değil aynı zamanda yargı yeteneğidir zira(i) sanatın içeriğini ve (ii) sanat yapıtının sunum araçlarını ve her ikisinin birbirine uygunluğunu ya da uygunsuzluğunu entelektüel irdelememize tabi kılarız. Bu nedenle sanat felsefesi, günümüzde, bizatihi sanatın tam tatmin sağladığı çağlarda olduğundan çok daha fazla ihtiyaçtır. Sanat bizi entelektüel irdelemeye davet eder; bunu yaparkenki amacı ise yeniden sanat eseri yaratmak değil sanatın ne olduğunu felsefi açıdan bilmektir.’(s.55)
Sanat tarihinin sonundaki durumumuzun, sanat tarihinin başlangıcından önceki durumu; yani resmi öykünün kahramanı yapan ve anlatıya uymayan her ne varsa tarihin sınır çizgisinin ve dolayısıyla topyekün sanatın dışına atan bir anlatının sanata dayatılmasından önceki durumu andırdığını önerme isterim.(s.147)
(S)anat, adeta, bir sanat yapıtının hiçbir özel biçimde olmak zorunda olmadığını kabul ettiğinde sona erdi. ‘Her şey sanat yapıtıdır.’ ya da Beys’un, ‘Herkes sanatçıdır’ sözleri gibi, belirlediğim büyük anlatıların ikisinden biri çerçevesinde hiç kimsenin aklına gelmeyecek sloganlar ortaya çıkmaya başladı. Sanatın felsefi kimlik arayışının tarihi son bulmuştu. Son bulduğuna göre de sanatçılar canlarının istediğini yapmakta özgürdü…Hiçbir şey diğerlerinden daha doğru değil. Tek bir istikamet yok. Aslında, hiçbir istikamet yok. İşte 1980’lerde sanatın sonu üzerine yazmaya başladığımda, sanatın sonundan kastım buydu. Sanatın öldüğü ya da ressamların resim yapmayı bıraktığı değil, anlatısal olarak yapılandırılmış sanat tarihinin sona erdiğiydi.(s.159)
(Sanatın Sonundan Sonra, Arthur C. Danto, Ayrıntı Yay., 296 s, İstanbul, 2010)