Şiir, Uygarlık ve Toplum Üzerine

"Bir yığın söz ki samimiyeti ancak hüneri"
                                           M. Akif

Uygarlık düzleminde şiir katışıksız ve saf İslâm inancının yanı sır; ongun, sorunsuz, yıkıntısız, köklü, samimi ve kendinde bir toplum düşünü de idealize eder. Bu meyanda Mehmed Âkif’le basamak oluşturduğunu düşünebileceğimiz çöküş hâleti karşısındaki içerden ve kemikli duyarlık, savımızı örneklendirmede sağlam bir temellendirme olarak da düşüncemize yol bulduruyor.

Servet-i Fünûn şâirlerinin kentli, tensel ve hayâlî sayıklamaları, dönemin zirve şâirlerinden Tevfik Fikret’in daha çok husûsî addedilebilecek bunalımları, şiiri neredeyse ağdalı bir sözcük mezbeleliği hâline getirmişken, aynı dönem Âkif’in hem kişiliği hem de yansılarıyla tek başına çırpınan şiirini sonsuza dek yankılanacak bir büyük duâ kitabı boyutuna da taşımıştı.

Âkif, kuşkusuz şiiri ve sağlam kişiliğiyle kendinden sonra yazan Müslüman şâirler içerisinde de bir daha erişilmemiş noktayı imliyor. Yazınsal ve yaşamsal direncindeki bağdaşık akış bütün zaman aralıkları için uygarlık odağında temellendirebileceğimiz şâir ve yazarlar arasında net ve kesin bir görünümü belirliyor.

Aynı konuda adı anılabilecek, ayırıcı özelliğini geleneğin üzerine yeniyi inşâ etmekle alan Yahya Kemâl’in lirik ve rind mizâcını, şiirini çıkış noktası olan uygarlık düşüncesinden soyutlamak mümkün olmasa da yoğun bir toplum algısını seçebilmek için reel (mevcut) değil, epik temellendirmeyle okumak gerekliliği ortaya çıkıyor. Mükemmeliyet konusunda adını onunla yan yana yazabileceğimiz Ahmed Hâşim’le kıyaslandığında, Yahya Kemâl’de de geçerli bir toplum düşünün yakalama imkânı belirginlik kazanıyor.

Esas olarak Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde seksenli yılların liberal yönetim anlayışına gelinceye değin İslâm’ın uygarlık bağlamında kişiler üzerindeki koruyucu çeperi sığınak olma vasfını hep sürdüregelmiş bulunuyor. Necip Fâzıl’ın Büyük Doğu, takip edilme açısından daha dar bir çerçevede ele alınabilecek Sezai Karakoç’un Diriliş ve Nuri Pakdil’in Edebiyat eksenli çıkış ve aksiyonlarının düşünsel etkileri bugün de varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Yüzü topluma dönük şiirin öncüleri uygarlığın nasıl bir ortak payda olarak düşünüyorsa, aynı konudaki samimiyeti de yaşatan bir soluk, bir can suyu olarak ele alıyorlar. Yaşayışın şiiri olarak ele alabileceğimiz aynı yaklaşım, açılım olarak gerçek karşılığını bulmuş olmasa da bir umut olma olasılığını bugün de devam ettiriyor.

Burada Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil gibi misyon adamlarının, yazınsal serüvenlerinin özü olan samimiyet olgusunun sonraki kuşaklar tarafından yeterince benimsenmediğini söylemeliyiz. Kuşkusuz kimse kendi çapının üstünde bir değeri zorlamayla yüklenemez. Ancak sosyal ve siyasal gidişatın akışına kapılıp da kendilerini yazdıklarıyla hâlâ gerçek şiirin has düşüncenin merkezinde görme zehabına kapılanların oluşturdukları getto, cemaat, klik, dost ve dergi topluluklarında birbirlerini anıp çoğaltma, nitelik ya da edebiyata dâir gündem belirleme, kavramlar oluşturma budalalığının da bir yere kadar yürüyeceğini hatırlatmak zorundayız.

Söz konusu meseleyi ancak bir siluet olarak algılayabilecek çoğu yazıcı ve bunlarla şekillenen şiir ve kültür ortamının kulaksızlığı yaygınlık zannına sığınadursun bu bereketsiz ve şahsiyetsiz dönemin de renk ve şekil dolayısıyla algı değişmesi yaratacağına olan kesinliğe günlerin devriyle yol alıyoruz.

Şiirin uygarlıkla yol almasını sağlarken, uygarlığın da şiirle faydalar kesbetmesini sağlayacak bilinçlerin bu toplumdan bir göremesek de günün birinde filizleneceğine dâir inancımızı devam ettiriyoruz.

Bir yanıt yazın